Thursday, December 30, 2010

2010'da neler oldu dostlar?


2 Ocak'ta otoparkta Mehmet Uluğ ile karşılaştım. Elinde hazır bir kayıt vardı senin ne oldu o? dedi. Ben de duruyor bir yerde dedim. Getir onu basalım dedi. Answers böylece kendine şirket buldu, Pozitif. Viyana'da Porgy & Bess'te çaldım. Ulrich Drecshler ve çok sevdiğim insan/müzisyen Jörg Mikula ile. Uli ile ilk ortak işimiz oldu. Porgy sahnesi benim için önemliydi. Konser çok iyi değildi bence ama Şubat'ta gerçekleşecek Ankara Caz Festivali konseri öncesi iyi bir müzikal tanışma oldu. Festival Türk-Avusturya ortak yapımı bir iş olduğu için aynı uçakta Volkan Öktem, Aydın Esen, Selçuk Karaman, Oğuz Büyükberber, Murat Uncuoğlu hep beraber uçtuk. Süper muhabbetler oldu. Oradan Frankfurt'a uçup havaalanında Çağrı Erdem ile buluştum. Beraber çalmak üzere Weimer'a gittik trenle. Fabian Stevens (davul) ile çaldık Falken diye bir yerde. Fabian'ın kız arkadaşı Alin Coen'in evinde kaldık. Altından nehir geçen çok tatlı bir evdi Alin'in evi. İyi baktılar bize. Orada enteresan bir şey oldu ve Fabian'ın evinde kahvaltı ederken Ekin Cengizkan çıkageldi. Kendisiyle böylece tanışmış olduk ilk defa. Rastlantılar. Tüm dünyada öyle küçücük bir yerde yollarımız kesişti. Çok soğuktu Almanya bu arada. Çok üşüdüm. Oradan Berlin'e geçtik. Sadece 2 gün kaldık ama Berlin aklıma düştü!

10 Şubat'ta Hollanda'ya Den Haag'a Onur Ataman, Eef Albers ve Hidayet Selim Kavcık ile çalmaya gittim. Zwarte Ruiter diye bir mekanda çaldık. Çok kalabalıktı. Çok coşkulu bir performanstı. Keşke benim çaldığım Rhodes'un bir de sustain pedalı olsaydı! Hemen dönüp Ankara'ya uçtum. Caz Festivali'nde Bilkent Sahnesinde Uli ve Jörg ile ikinci konserimizi çaldık. Biletler tükenmişti. Uli bir sürü CD sattı. Ben yanımda götürmeyi beceremediim için (her zaman ki gibi) CD'lerimi paylaşamadım ama yanında getirenlerinkine imzaları attım. Birisi bana "aaa... siz aslında ne kadar zayıfmışssınız? yani resimlerde hiç öyle gözükmüyor
sunuz" dedi. Ben de kendisine çok teşekkür ettim. Beraber resim çektirdik! Avusturya Büyükelçiliği konserimize sponsor oldu. Elçilik'te kaldık. Sabah büyükelçi ile kahvaltı ettik. Ben biraz kendimi "sığıntı" gibi hissettim ama sanırım bu normal. Elçilik'te kalacağımdan haberim bile yoktu. Sonra anladık ki aslında kimsenin haberi yok! Tüm organizasyon biraz tuhaftı. -mış gibi olan bir sürü şey yaşadık. Karşılan-mış gibi olduk, kalacak yeri onlar ayarla-mış gibi oldu, konser günü ikram veril-miş gibi oldu... Liste uzun. Pek memnun kalmadık olan bitenlerden. Ama sahne, dinleyici çok iyiydi. Konser de haliyle çok iyi geçti. Şubat'ta Jörg ve Rina'nın bir kızı oldu. İsmini Pia koydular. Çok sevindim, çok dokundu bana. Pia benim Sürprizler albümümün açılış parçasıdır. Aynı zamanda o zaman hayatta olan kedimin ismiydi. Kendisi artık yaşamıyor. Ağustos başında hastalanıp öldü.

Mart iki konser ile sakin geçti. Nisan'da birbirinden farklı bir sürü proje çaldım, hepsi İstanbul'da. Sonra Roma'ya gittim Donne in Musica'nın kurucusu Patricia Adkins Chiti ile toplantı yapmaya. Donne in Musica bir uluslararası Kadın besteciler platformu. http://www.donne
inmusica.org/
Son derece ciddi işler yapıyorlar ve bizimle de ortak çalışmak istiyorlar. Başlangıcı sağlam temeller üzerine kurulu olan bu toplantılar ve yazışmaların sonucunu getiremiyorum maalesef. Çok zaman harcamak gerekiyor yazışmalara. Ayrıca bir dernek kurmak gerekiyor, yaratıcı kadın müzisyenler derneği. Çünkü sadece özel/özerk derneklerle çalışmak istiyorlar. Sebebini de pekala anlayabiliyorum. Keşke bir kadın müzisyen arkadaşım bu konuyla ilgilense, ilgilenebilse. Bu kadar ilerlemiş bir proje ilgisizlikten yarım kaldı. Yetişemiyorum bazen, gerçekten yetişemiyorum her şeye. Konuyla ilgilenilmesi durumunda elimdeki döküman ve bilgileri seve seve paylaşırım. Nisan sonunda Emanuele de Raymondi, Oğuz Büyükberber, Sa-ne-na, IBULork, Bicycle Day performanslarının olduğu, en başından beri küratörlüğünü yaptığım Yeni Müzik Günleri'nin beşincisi, Alt'ta gerçekleşti. Konserler çok iyi oldu ve ilgi çok yüksekti. Ben de Emanuele'nin benim solo
albümümden seçtiği bir parça ile hazırlamış olduğu elektronik ortam için müziğin üzerine canlı doğaçlama çaldım. Çok eğlendim! Kanıtı işte burada.

gulun / de raymondi live by selen gulun

Yeni Müzik Günleri 5 hakkında bilgi için:
http://music.bilgi.edu.tr/musicweb/Etkinlikler/Entries/2010/4/28_Yeni_Muzik_Konserleri.html


Mayıs konserlerle dolu geçti. Avusturya'lı Tenor Saksofoncu Sophie Hassfurther, aynı zamanda Oğuz Büyükberber'in çok yakın arkadaşıdır, çalmak için İstanbul'a geldi. Beşli olarak, Oğuz, Sophie, Ben, Demirhan Baylan ve Berke Can Özcan ile birlikte Alt'ta çok güzel bir konser çaldık. Hala heyecanını hissediyorum gerçekten. Mayıs sonunda Ekin Cengizkan (davul), ben ve Oğuz Eylül'de bir özgür doğaçlama konseri çaldık. Ekin konserde laptop çalmak üzere benim solo albümümden bir parçayı işlediğini söyledi, o işlerken yaptıklarını biz üstüne çaldık. Yaptığı işin elektronik hali şurada:
Selen Gulun Things3 by ekin

Konser beklendiğinden de enteresan sonuçlara gebeymiş. Henüz bilmiyorduk. Artık biliyoruz.

and we do this! from selen gülün on Vimeo.

Sonra Haziran geldi ve benim 4. albümüm Answers ortalığa çıktı. Albüm aslında 200
6'da kaydedilmişti. Ben de bir bekleme sürecine girmiştim. Çıkartmalı mıyım yoksa kendi şirketimi mi kurmalıyım? Düşünüp duruyordum. Pozitif çıkartmasa daha da albüm beklerdi. O yüzden benim için daha büyük sevinç oldu. Değerlendi kayıtlarımız. Ayrıca çok iyi tepkiler aldı albüm. Albümün mixlerinin kendi stüdyomuzda (S.E.S Stüdyosu) yapılmış olması da harika. Ama enteresan bir şekilde İstanbul'da birtürlü çalamıyorum albümü. Ankara'dan Gaziantep'e, New York'tan Boston'a çalındı, burada çalmak kısmet olmuyor! Ah bu kaza ahh! Sadece albüm lansman konserini Alper Yılmaz ve Ediz Hafızoğlu ile Eylül Bar'da çalabildim bir kez bu şehirde. Çok çok soğuk bir Haziran'dı. O kadar çok yağmur yağdı kı o gece, kimse kıpırdayamadı yerinden. Haziran'ın sonunda doğru yaptıklarımdan tek başıma haz etmez oldum. Birisinin varlığını arar oldum, sorar oldum. Şaşırdım olan bitenlere ama sevindim de. Güzel tatil planları geldi arkasından. Bir süre çalmamaya karar verdim dinlenmek istedim. Ama sonradan uzun bir süre zaten çalamayacağımı bilemeden!

Dilara, Berke Can, Ekin, hep birlikte tatile gittik. Datça, Bodrum gezdik. Orfoz'da, Ahmet'in yerinde yemek yedik, harika yerlerde denizlere girdik. Sakin bir tatil yapıp İstanbul'a döndük.
Döndüğümde kedim Pia bir yaşına giremeden öldü. Büyük üzüntü oldu. Boğaziçi Veterinerlik diye korkunç bir yer var, eğer evcil hayvanınız varsa ve veteriner arıyorsanız asla gitmemeniz gereken bir yer olduğunu söylemeliyim. Kedimi elimle bırakıp çöp torbasında aldım geriye, ve hiç mama yiyememiş bir hayvan için yaş mama parası ve pire ilacı parası aldılar. Çektiklerini iddia ettikleri röntgenleri de ben şahsen görmedim! Bir dünya para ödedim Pia'nın orada geçirdiği 2 gün için!!! Tüm yaz aslında genellikle albüm için promosyon yaparak, dinlenerek, paylaşarak geçti. Gerçekten dinlenebildim. Ağustos ortasında Ekin Boston'a döndü.

Eylül hazırlık yaparak; Ekim turnede geçti. Tüm Ekim ayı içinde 5 ayrı proje, 11 konser, 5'i başka şehirde olmak üzere, çaldım. Patrick Zambonin geldi Kampüste Caz turneleri için. Ediz Hafızoğlu ile Trio olarak çaldık turneyi ve tamamen sorunsuz bir konser geçirdik. Ekip çok iyiydi. Tüm turne boyunca Pozitif'ten Murat Sezgin ve onun asistanı Melodi Şıhmantepe, ses için de Ekin Ses bizimle birlikteydi. Arı gibilerdi, çok rahat ettirdiler bizi. Turneden döndüğüm günün akşamında The Seed'de Selen Gülün by Selen Gülün Solo albümüme gönderme yapan bir isimle özgür doğaçlama konseri çaldım 20. Akbank Caz Festivali için. Çok çalmak istediğim bir yerdi, o sebepten heyecanladım. Çok uzun zamandır o kadar heyecanlanmıyordum çalarken. Yine deli gibi yağmur yağıyordu o gece! Ayın ortasında Annem rahatsızlandı. Kaburgasından bir parça almak zorunda kaldılar Biopsi için. Büyük sıkıntı ve endişe! Neyse ki sonuç temiz çıktı, tam ben Amerika seyahatime gitmeden. Mutlu mesut 29
Ekim'de Boston'a gittim. Ve kavuştuk...

Boston'da çok değişik hislerim oldu. 11 sene sonra ilk defa yeniden oralarda olmak... Bir kaç gün rahatlayamadım. Sonra neyse ki New York'a gidildi çalmaya. Ekin ile Alper Yılmaz'da kaldık. Nublu, Barberry ve Rose Live Music'te konserler oldu. Ben Barberry'i çalamadım. Migren tuttu. Ama Nick Kadajski, Alper ve Ekin çaldılar, benim müziklerimi o gece. Hayatımda ilk defa konser kaçırıyorum, hem de NY'ta. İnsan sinir oluyor tabii. Patladım! Ama hayat işte. İlla ki öğretiyor. Nord Stage EX Elektrik Piyano aldım kendime NY'tan. Boston'da teslim edilmek üzere. Sonra Ekin ile Boston'a döndük ve Bas'ta Andrew Dow ile bu sefer Lily Pad diye çok tatlı bir mekanda Cambridge'te Trio çaldık. Seda Ergül de, Alexia'da vardı. Ses iyi değildi ama konser güzeldi. Berklee'de görüşmeler yapmamız gerekiyordu Seda ile. Asıl amaç buydu, Berklee bizi davet ettiği için oradaydık Kasım'ın 2. haftası. Meğerse bizi davet eden kişiyi işten çıkarmışlar tam da o hafta!
Çok istediğimiz gibi olmadı işin o kısmı ama olsun. Sonra benim Nord Stage'im geldi Boston'a. Kurduk Ekin'in odasına. Heyecanlandım ben çok fena, kaç senedir aleti almak istediğim düşünülürse normal aslında. Sonra çalarım diye pek çalmaya çalışmadım oradayken çünkü Aydın Teker'in 2 Aralık'ta Belçika'da gerçekleşecek olan Koreografisinin Premier'ine müzik yetiştirmeye çalışıyordum. Her gün düzenli yazdım ve 12 dakikalık, 2 çello ve Piyano için müzik bitirdim. Sevgi ortamında olmak, rahat ve kaygısız olmak müziği yazmama yardımcı olan, evde sürekli bir flüt sesi olması (!) ise zorlayan taraflarıydı. Bir de bunca sene sonra geçmişimdeki ev arkadaşlarım konusunda ne kadar şanslı olduğumu hatırladım, hatırla(tıl)mak zorunda kaldım, maaşallah! Eski hocam Scott Free'nin dersine girip müziklerimi çalıp ders anlattım. Sınıfta bir sürü kız öğrenci olması çok memnun ediciydi, benim zamanıma kıyasla. İlgilendiler müziklerle. Sevindim ben de yıllar sonra derse başka bir pozisyonda girmiş olmaya. Duygusal, anlamlı ve bir o kadar da yaratıcı bir süreçti o 3 hafta benim için. Kurban bayramında kurbanlardan uzakta olmak ayrıca bonus oldu.

Sonra şu oldu! Ben düştüm, 21 Kasım akşamı saat Boston saati ile 19 sularında, Logan Airport'un tam önünde yere yüzümün üstüne kapaklandım elim ile düşüşümü engellemeye çalışarak?! Bu konuyla ilgili zaten çok yazıp çizdiğim için şöyle referanslar vererek geçip gideceğim: Uçuyorum - http://selengulun.blogspot.com/2010/11/ucuyorum.html , İç Karar(t)ması - http://selengulun.blogspot.com/2010/12/ic-karartmas.html
22 Kasım'da hayatımın en zor yolculuğunu yaparak zar zor İstanbul'a uçtum. Swiss Air çalışanları olan bitenler konusunda uyarıldığı için inanılmaz ilgi gösterdiler. Her boş zamanlarında bir şeye ihtiyacım olup olmadığını sordular. Müteşekkir kaldım. Havaalanında çıkışım hacıların dönüşüne denk geldiği için kabusa dönüşmeden tekerlekli sandalyemi iten cevval bir kişinin (adını maalesef hatırlamıyorum) insan üstü yardımlarıyla gerçekleşebildi. Bir Hard Case içinde Elektrik Piyano, ben, iki bavul binlerce insanın arasından sayesinde sıyrılabildik. Ona da çok müteşekkirim! Dönüşüm sonrasında moral bozukluğu ile biraz hayata küstüm. Fakat konserlerimi iptal etmedim. Şarkı projemi"I Sing" adı altında sevgili arkadaşlarım Serkan Özyılmaz, Demirhan Baylan, Francesco Fantini, Derin Bayhan, Kağan Yıldız ve tabii ki Ekin Cengizkan'ın yardımları ile söyledim durdum. Anladım ki 'o el' öyle kolay kolay iyileşemeyecek. Enteresan bir şekilde sol elimi sürekli kullanmak düşünce ve duygu iletişimimde ciddi değişikliklere yol açtı. Bu durumu muhakkak araştırmalıyım. Çok sık rüya görmeye başladım mesela, ve duyumumda/algılarımda çok ciddi değişiklikler var...

Aralık boyunca genellikle bekledim! Hem fiziki hem de manevi olarak. Fizik tedavi 10 seans, Bilgi de dersler, "I sing" konserleri... Sürekli çalma umudu... Neyse ki Douglas vardı ve sonra Mary geldi (!) Süreç daha kolay atlatıldı sanki böylece. Hatta güzel konserler oldu, Nublu'da, Alt'ta, Tamirane'de. Aklıma yeni fikirler geliyor sürekli şarkılarla ilgili. Eminim ki bir Şarkı albümü geliyor yakında!!!

Yılbaşı sakin ve güzel geçti. Tüm yıl da aynen böyle geçsin umarım. Beklediklerimin gerçekleştiği bir yıl olsun 2011. Sizin de öyle!




















Friday, December 24, 2010

Beklemek Uzerine 002

Beklemek ile geciyor omrum. Cok arabesk ama oyle. Yani bekledigimiz her zaman aslinda ileride bir tarihte gerceklesecek hatta 'belki' gerceklesebilecek bir ihtimale bagli yasiyoruz. Zaman oylece akip gidiyor, hatta bazen beklerken akmiyor bile! Evet. Oyle duruyorsun sen, zaman akiyor gidiyor. Yoksa ben duruyorum mesela, pek hareket ettigim yok.

Beklemek ile ilgili bir yazi yazmistim galiba gecmiste, onu bulup cikarmaliyim ortaya. Ustunden bu kadar daha bekleme zamani gectigine gore bir seyler degismis mi acaba ben duruken merak ettim?

On bir yasindan beri gunluk tutan birisi olduguma gore ciddi bir bekleme donemi gecirmis olmaliyim. Yani ilerisi icin hep umudum vardi. Gerceklesecegine inandigim anlar. Tabii insan yasi ilerledikce sadece kotu olaylar oldugunda yazmaya basliyor o defterlere. Kalbi aciyinca, birisine cok ama cok kizdiginda, ya da hayatin anlamini filan sorguladiginda. Bir de zaten icsel olani langadanak paylasmak o kadar kolaylasti ki her yere yazabiliyoruz. Eskiden yazamazdim ben oyle paylasamazdim kolay kolay. Simdi buyrun, blog var, isteyen istedigin kisiselligini, yazmak istediklerini okuyabiliyor. Ben cok seviyorum blog okumayi. Hic degilse baskalari ne bekliyor, neleri bekliyor onlari okuyorum. Ama hala cok icsel olani paylasamiyorum. O da zaten bana kalsin artik!

Ote yandan 'insan hayal ettigi surece yasar' lafi da bos laf degil yani. Zen adamin kafasini karistiriyor gercekten. Biz hic mi hayal kurmayacagiz? Yoksa tabii biliyoruz, dag dagdir, insan da insan...

Buldum! Iste 2009'un Mayis'inda yazdiklarim. Cok mu merak ediyorsunuz? Beklemeyin, tiklayin =)

Geri donup basligini degistirdim yazinin, kodladim 001 diye. Belli ki daha bu konuda cok yazacagim. Ama icim rahat. Neden? Cunku Blog'un basligi zaten her seyi anlatiyor. Don. Dolas. Dur(ma).

Kis(z)a 'gonderme': Cuma sabahi, bankaya gitmek gibi islerim varken vazgecip hizlica bu yazi yazmama sebep olan Nesta'nin blog yazisina ve Erykah Badu'nun Orange Moon'una tesekkurlerimi sunarim!





Wednesday, December 15, 2010

İç karar(t)ması.

Biraz evvel elma kesmek istedim. Annemin mutfağıma bıraktığı bir yeşil elma vardı. Ne zamandır kesip yemek istiyorum ama sağ elim malumunuz atel içinde ve tutma, sıkma, kapak açma, çevirme gibi işlemleri yapmam yasak. Sol elimle de kesmeye çekiniyorum, ya bir tarafımı kesersem diye. Öyle kesişiyoruz elma ile bir süredir. Az önce yedim yarısını. Ama zor oldu!

Evde hiç bir şeyi toplayamıyorum. Ağırlık kaldırmam yasak! Mutfak dağınık kalıyor. CD'ler kablolar her yerde. Kıyafetlerimi çıkarınca ters kalıyorlar çünkü düzeltip katlayamıyorum. E-maillerime uzun uzun cevap yazamıyorum. Öğrenci projelerini sol elle okuyorum, bir sürü şey yazmak istiyorum ama yazamıyorum. En fenası sol elimin baş parmağı da ağrımaya başladı çok yüklenmekten.

Şimdi yapma yani işlerini kendin, ne olacak di mi? Mümkün değil. Anne+Baba beni ve ablamı gerilla gibi yetiştirmiş. Her işini kendin görebileceksin, kural bu. Çok müteşekkirim aileme bu konuda ayrı. Ablam da ben de kendini ifade etmeye meraklı işler yapıp üstesinden gelebilecek bireyleriz sayelerinde. Ama yani yardım almayı bilmemek, nasıl da bu kadar bilememek? Mantonuzu tutayım, arabanızı parkedeyim, suyunuzun kapağını açayım? Yok! Neden? Yok!

Fizik tedaviye gitmeye başladım. Doktorlar 7 hafta dedi. Şu anda 4. haftanın içindeyim sanırım. Öyle hemen de çalmaya filan başlayamazsın diye her seansta uyarıyorlar. Tipimde yaramaz kız çocuğu hali olduğu için "tabii tabii"lerime pek inanmıyor olduklarını düşünüyorum. Her fırsatta uyarıyorlar, ama her fırsatta. Anladım sanırım. Öyle hemen konser çalamayacağım. Anladım. Evet...

Fizik tedavi acı verici bir süreç. Elim acıyor, ağrıyor yani her gece. Ama en acı verici olan tarafı her gün Acıbadem'e hastaneye gitmek ve levent'e geri dönmek. Günün ortasında bir zamanda. Akşam trafiğinde köprüden geçmek! Şimdi öyle nasıl araba kullanıyorsun diye sormak gerekebilir tabii? Orasını karıştırmayalım! Şöyle bir durum var anlayamadığım; her akşam o trafikte sağ şeritten bir takım "megan"lar dızzt.. vırrtt..bıt.. filan gibi sesler çıkartarak ayrıcalıklı geçiş istiyorlar. Resmi plaka filan değil. Arkasından da daha kallavi bir takım cipler mipler hızla ilerliyor. Bu şimdi nedir? Bu ayrıcalıklı insanlar kimdir? Neden benden senden bizden daha önemlidir? BOK'mu var? Biz bu "megan"(da)lara niçin yol veriyoruz acaba bilen var mıdır? Bu tedavi sürecinin en sinir bozucu tarafı bu "megan"lar olacak gibi gözüküyor. Vallahi. Taktım ben bunlara!

Konserlere gidesim yok, müzik dinleyemiyorum. Çok fena sinirlerim bozuluyor çalamıyorum diye. Bir de "aman canım sen de biraz çalma ne olacak?" diyenleri de dövesim var. Yani bu çalamıyor olma halinden ne anlayıp acaba bunu söylüyorlar onu anlamak mümkün değil. Hayvani bir his bu, öyle fena bir yerden geliyor ki "dur canım sen , şimdi olmaz" bir durum değil yani. Geldi mi çalman lazım, öyle bir şey! Pazartesi Nublu'da söyledim şarkılarımı. Çok güzel, çok tatlı bir performans oldu, ama o hayvani ve aynı zamanda çocukca çalma isteği orada işte ne yaparsın? Sürekli orada. "Ne zaman? Şimdi? Şimdi değilse ne zaman? Birazdan? Az sonra? Ne kadar sonra?" Çocuğu olanlar biliyordur ne demek istediğimi. İşte aynısı. Öyle.

Sunday, December 5, 2010

Aralık'ta neler olacak?

Bu ayın ilk konseri 13 Aralık'ta. Benim elimin durumu aynı olduğundan o konseri çalamayacağım ama zaten Sürprizler albümünü ve yeni şarkılarımı çalmak istiyordum, bu vesile ile sadece söylerim arkadaşlarım çalar dedim. Süper bir ekip oldu. Serkan Özyılmaz o gece Rhodes çalacak. Demirhan Baylan Bas çalacak. Kendisine ait, albümde de yer alan iki parçaya da (Cennet ve Canım) eşlik etmiş olacak.Derin Bayhan da davul çalacak o gece bizimle.

13 Aralık, Pazartesi, Nublu İstanbul @ Babylon, 10.30 PM
http://www.nubluistanbul.net/

Yeni albüme girecek parçalardan birinin demo kayıdını bir kaç gün önce paylaştım soundcloud'da. O da şöyle bir şey:

senden başka by selen gulun

Sonra umuyorum ki elim iyileşecek, Ekin Boston'dan gelecek ve geri kalan konserlerimi mutlu mesut çalabileceğiz.

26 Aralık, Pazar, Tamirane, 2-4 PM.
Selen Gülün Trio
.
Herhalde ağırlıklı olarak Answers albümünden çalacağız. Albüm çıktı çıkalı İstanbul'da çalmak kısmet olmadı. Antep'ten NY'a kadar çaldık ama... Coffee in the house, The Liars' Club gibi yeni sezonda çalmaya başladığım parçalarım var. Onları da programa eklerim herhalde. Bas'ta Kağan Yıldız var, davul'da Ekin Cengizkan.

http://www.tamirane.com/#/tamirane



28 Aralık, Salı, Alt - İndigo, 10.30 PM. Selen Gülün Trio.
Bu sefer yine şarkılar. Yeni şarkılar. Francesco Fantini Bas, Ekin davul çalıyor olacak. Programda Answers resmi var ama aldanmayın! Her ihtimalde Cennet, Pia, Bırak Gitsin söylenir bu gece...

http://www.altnokta.com/main/etkinlikDetay.asp?ID=260


30 Aralık, Perşembe, Jazz @ Cezayir (Naima). Oğuz Büyükberber, Klarinet ve Ekin Cengizkan, Davul ile Tamamı Doğaçlama bir konser daha. İlk defa Eylül Bar'da yaklaşık olarak tam altı ay önce çalmıştık, 27 Mayıs gecesi, net hatırlıyorum. Çok güzel bir geceydi! Tekrarının da aynen heyecanlı geçeceğine eminim. Yeni Nord Stage'imin de olanaklarını test edebileceğim bir performans olacak. Şimdiden sabırsızlanıyorum!

Cezayir harika yemeklerin olduğu, fantastik bir mekan. Naima'nın yeniden yapılanıyor olmasına inanılmaz sevindim. Tüm desteğim Selim Selçuk'la.
http://www.cezayir-istanbul.com/newsite/main_en.html

Bu arada NY ve Boston konserlerim güzel geçti. Alper Yılmaz, Nick Kadajski, Ekin ve Andrew Dow ile çaldım. Barberry NY konserini ben çalamadım, migren krizim tuttu. Ama Alper, Nick ve Ekin Selen Gülün Tribute olarak çaldılar o konseri. Olsun du, bu da böyle bir durumdu. Bütün bu olanlardan (bir kez daha) sağlığıma dikkat etmem gerektiği sonucunu çıkartıyorum. Evet!

Konserlerden şöyle bir kayıt var soundcloud'da. Yellow moon. Lily pad / Cambridge konserinden.

Yellow Moon by Selen Gulun by ekin

Aydın Teker'in 4 dansçı için koreografisini yaptığı "play in plain" işi 2 Aralık'ta Antwerp'te benim bu performans için, çoğunlukla Boston'dayken yazdığım müziklerle work in progress olarak gösterimdeydi. Aydın kafası karışık döndü Belçika'dan. Öyle sanıyorum ki yeniden masa başı yapmamız gerekecek. Ben kendi yaratım sürecimden memnunum aslında. Müzikler eski öğrencim Ali Somay'ın özverili çalışmaları/yardımları ile gününde teslim edilebildi. Nora Krahl ve Seren Karabey Cello'ları, Renan Koen Piyano'yu çaldı. Karşılık beklemeden çalıştı herkes. Ne kadar teşekkür etsem azdır!

Bu ay yavaş yavaş 123'ün senfoni konserinin (19 Mayıs, İzmir) aranjmanlarına başlamayı umuyorum. 123 yeni albüm çıkarıyor bugün yarın, Arve. Heyecanla bekliyoruz!

Şimdilik bu kadar. Ekleme oldukça yazarım.

Kalın sağlıcakla. Yürürken önünüze bakın!

Wednesday, December 1, 2010

Gece

Sessiz gece.
Sakin gece.
Sessiz sakin geçen gece.

Sakin,
sessiz gece.

Geçen gece.

Gece sessiz,

sakin.

Geçen
sakin gece.
Sessiz.

Sakin geçen gece.


Sessiz.



1/12/10

s.g.
istanbul

Wednesday, November 24, 2010

Ucuyorum

Hem gec hem de guc! Orijinal olarak tam da bu ucakta olmak istemistim aslinda. Turizm sirketi bu dusuncemden farkli olarak bugun istanbul’da olmak isteyecegimi dusunerek almisti bileti ama ben bugun ucup yarin istanbul’da olacagimi planlamistim. Aman neyse iste, aynen oyle oluyor. Tek farkla; bu sefer planlandan farkli olarak sag kolumda alci, alin-burun-cene-dis agrisi benimle beraber yolculukta. Dun ucmam gereken saatte bugun ucuyorum. Aklimda bir de yuzumu yere carptigimda ki ses ve travma etkisi var.

Dustum. Herkes duser. Ben hic boyle dusmemistim. Kucuklugumda annemlerin yataginda ziplarken firlayip kaloriferin uzerine saplanma hikayem var. Her kuafor seansinda hala sorulan dikis izlerim var o kazadan hatira kafamin ortasinda. Bir de annemin super kahraman gibi beni sokaklarda kucaginda tasiyarak araba bulmaya calismasi hikayesi var o gunden kalan aklimda. Cok yaramazdim ben. Fena hikayeler var yaralanmalar ile ilgili ama hepsi bir sekilde gecmiste kalmis unutulmus . Hic boyle dusmemistim gibi geliyor su anda.

Yine de planladigim gibi yolculuga Alin Coen dinleyerek basladim. Aglatti beni album. Kotu bir swiss air, merlot sarabi da aglatabilir insani. Ozellikle iki sise icersen… Cabuk cabuk… Bak simdi, left behind soyluyor hain. Ben simdi huzunlenmeyeyim de ne yapayim? Harika bir album, gercekten pop aslinda nasil bir sey olmali iste tam da bu albumde. Ama bir dakika, bendeki master'li kopyasi degil. Belki de bu parca albumda yok bile. Vay be! Boyle cok daha iyi oldu. Arkadas kiyagi diye ben buna derim.

Sadece sol elle yaziyor, imzaliyorum iki gundur. Sol el de cok ise yarayabiliyor saglaksan.

Cok uzun zamandir hissetmedigim hisler… Guzel… Derin… Taze... Tamamlanmislik hissi. Ama acilar da var icinde. Uzakliklar, bilinmezlikler. Calmak istiyorum su anda, ama mumkun degil. Hem cografi olarak hem de fiziken degil. Evet elimde alci var, ve 15000 feet gibi bir yerdeyim gokyuzunde. Aslinda hep calmak istiyorum. Nasil bir koleliktir muzisyenlik?

Yanliz degilim. Douglas yanimda. Ucakta. Ama Mary'yi geride biraktik iste. Simdiden merak edip, ozluyoruz.

Sonra Istanbul’a inecegim. Nord’um var ayrica. Eve goturecegim bir suru hatiram var. Evdekilerimin yanina….

22/11/2010

LX 029808, Swiss air, okyanus ustunde bir yerler.

Sunday, October 24, 2010

Kasım kapıda.


Bir sureligine gidiyorum. Yeter bu kadar Türkiye!

Eninde sonunda geleceğim tabii. İş var güç var öyle hooop diye gidemiyor insan maalesef.

Şimdi bakalım neler olacak Kasım ayında?

Bir kere bir kavuşma söz konusu olacak. Tek başına bu kadar heyecanlanmaya değer! Bir de üstüne süper konserler çalacağım, daha ne olsun? 29 Ekim'de Boston'a yolculuk. Tam 11 sene sonra yeniden Boston'a ayak basacağım. Çok acayip bir his. Oradan Ekin ile birlikte New York'a gideceğiz ve s
ırasıyla şu konserleri çalacağız:

@NY

4 Kasım, Perşembe @ Nublu NY
Selen Gülün "Answers" Quartet.
İsmi Alper (Yılmaz) buldu. Harika oldu. Alper ile albümün (Answers) harika bir lansman partisini çalmıştık Eylül Bar'da Ediz ile birlikte. Tadı damağımda kalmıştı. Çok heyecanlı olacak. Ekin ile de ilk defa benim müziklerimi çalacağız. Heyecan böylece beşe katlandı!

Nick Kadajski (al sx) / Selen Gülün (el pn) / Alper Yılmaz (el bs) / Ekin Cengizkan (dvl)

http://www.nublu.net/


5 Kasim, Cuma @ Barberry NY

http://www.barberryny.com/

6 Kasım, Cumartesi @ Rose Live Music

http://www.roselivemusic.com

@Boston

8 Kasım, Selen Gülün Trio @ Lily pad, Cambridge, 7.15 PM.

Selen Gülün (pn) / Andrew Dow (el bs) / Ekin Cengizkan (dvl)

http://www.lily-pad.net/archives/2010/11/index.html


Aydın Teker'in koreografisini hazırladığı yeni işinin müziklerini de umuyorum Boston'da yazacağım ve bitireceğim. Gördüğüm kadarıyla çalışacağım masa bile hazır =) Bana yazmak kalıyor.

Aralık gelmeden o zaman neler olacağını da yazarım. Şimdiden bildiğim heyecanlı performanslar var!

Bir gidip geleyim de...

Tuesday, October 12, 2010

...ikinci çözülme

hareket et, yap, hareket ol

-sen başka türlüsün diye bir düğüm atmıştın kendine. Ve zarif bir ruhun katliyle ilgili cümleler kazımıştın kağıda. Madem kısa sürecek senin hayatın, çünkü sen öyle diyordun zarif ruhlar için, öyleyse kahramanca saç kendini her bir şeye. Hareket, renk ve şavk dağıt uzaya. Uçuş. Uzun uzun konaklamadan hiç bir şeyde ve hiç kimsede, bölüştür kendini. Bundan böyle senin nasıl olacağından sana, bir KELEBEK söz etmeli -



Ece Temelkuran, iç kitabı.


Yerleşemeyenler. Okusun!

Thursday, September 30, 2010

Takipçisine notlar: Ekim'de Neler Olacak?

Bir sürü konser olacak. Konserler çeşit çeşit mekanda hem doğaçlama severleri, hem Trio dinlemeyi sevenleri hem de şarkı dinlemek isteyenleri kucaklıyor.

4-8 Ekim 20. Akbank Caz Festivali, Kampüste Caz, Selen Gülün Trio

4 Ekim Eskişehir Anadolu Üniversitesi, Sinema Anadolu Salonu, 8 PM

5 Ekim Ankara Hacettepe Üniversitesi Kültür Merkezi, 8 PM

6 Ekim İzmir Ege Üniversitesi Konferans Salonu, 8 PM

7 Ekim İzmir Ekonomi Üniversitesi Kültür Sanat Evi, 8 PM

8 Ekim Gaziantep Üniversitesi Atatürk Kültür Merkezi Salonu, 8 PM

Ekip Patrick Zambonin (El Bs) ve Ediz Hafızoğlu (Davul) ile oluşturduğum bir Trio. Patrick Answers (pozitif, 2010) albümünde ve benim Just About Jazz Live albümümde de çalmış olan İsviçre’li basçı. Answers albümünü ve çok yeni yazdığım parçaları çalacağız turnede. Çok ama çok heyecanlıyım ben bu turne için. Bir sürü fotoğraf ve video çekmek istiyorum turne boyunca.

http://www.akbanksanat.com/web/423-9161-1-1/akbank_sanat/20_caz_festivali/20__caz_festivali/kampuste_caz

9 Ekim 20. Akbank Caz Festivali, Selen Gülün by Selen Gülün (Solo), @ the seed 9 PM.

re:konstruKt için yapmış olduğum solo albüm gibi tamamen doğaçlama çalacağım bir konser. Ayrıca mekan çok güzel! Akbank Caz Festivali’nin geçmişine yakışır nitelikte, kulakları zorlayacak bir konser olabilir. Buradan uyarıyorum =)

iki by selen gulun

http://www.akbanksanat.com/web/425-9058-1-1/akbank_sanat/20_caz_festivali/20__caz_festivali_sanatcilar/selen_gulun_by_selen_gulun

15 Ekim Serra Tavşanlı evleniyor! Serra benim Almanya’da yaşayan muhteşem Piyanist/Müzisyen arkadaşım. Bir kardeşim olsa ancak bu kadar severim. Bu sebepten ajandamda çok önemli bir yer kaplıyor.

Serra kim bilmek istiyorsanız websitesi şu, http://www.serra-tavsanli.de/

Utku (Tavil) 17 Ekim’de İstanbul’a geliyorum 17-27’si arası bir şeyler yapalım sen, ben, Francesco dedi. Ben de “oooo... ne güzel” dedim =) En kötü ihtimalle bir araya gelip kayıt yaparız diye konuştuk. Ne günlere kaldık! Kötü ihtimale bakılırsa...

Utku myspace'de, http://www.myspace.com/utkutavil

24 Ekim Selen Gülün & Ulrich Drechsler Quartet @ Tamirane, brunch, 2 – 4 PM.

Uli dünyaca ünlü bir Alman Bas Klarinetçi. En son Şubat’ta Ankara Caz Festivali’nde Davulda Jörg Mikula’nın da olduğu çok beğenilen bir konser çalmıştık. Bu sefer Bas gitarda Francesco Fantini ve Davulda Ediz Hafızoğlu ile yine biraz ondan biraz benden çalacağız.

http://www.ulrichdrechsler.com

26 Ekim Selen Gülün (Rhodes, vc) / Feryin Kaya (Bs) / Berke Can Özcan (Dvl) @ Nublu İstanbul, 10.30 PM

Yeni yazdığım şarkıları çalacağız. Belki biraz eskilerden de... Nublu İstanbul’da ilk defa. Çok acayip şeyler olabilir bu konserde. Mekan şimdiden oldu ve doldu. Sevgili Dilara Sakpınar sayesinde. Kendine not: Muhakkak kayıt alınmalı!

nublu istanbul'u takip için, http://www.facebook.com/photo.php?pid=4984097&id=621998048&ref=fbx_album#!/nubluistanbul?ref=ts

27 Ekim Selen Gülün Trio “Answers” konseri, Indigo Alt, Beyoğlu.

Answers albümünü ilk defa İstanbul’da çalabileceğim bu ay. Aslında uzun bir aradan sonra ilk defa... En son albüm çıktığında, yani Haziran’da ağır yağmurlu bir günde Alper Yılmaz (El Bs) ve Ediz ile çalmıştık Eylül Bar’da. Süper bir performans olmuştu. Aylar sonra çalabileceğiz albümü yeniden İstanbul'da. Bu sefer Francesco ve Ferit Odman (dvl) ile.

29 Ekim’de bir aksilik olmaz ise ben Amerika'ya gidiyorum. Orada da Kasım ayında Nick Kadajski (Al Sx), Alper Yılmaz, ve Ekin Cengizkan (dvl) ile NY konserleri arkasından yine Ekin ve Andrew Dow (Bs) ile Boston konserimiz olacak. Bir de eski okulum Berklee College of Music’te ders vereceğim, Berklee'nin daveti üzerine görüşmeler yapacağız Seda Ergül ile İstanbul Bilgi Üniversitesi Müzik Bölümünü temsilen. Ayrıntıları Kasım gelmeye yakın paylaşırım.

Tüm bu süre zarfında müthiş koreograf Aydın Teker’in yeni çalışmasına müzik yazıyor, hazırlıyor olacağım. Bu çalışmamda da sevgili yeni mezun Bilgi öğrencim Ali Somay bana yardımcı olacak. Hatta işe ekstra yaratıcılık katacağına eminim. İlk gösteri 2 Aralık'ta Belçika'da.

Bu arada Bilgi Müzik’te ders vermeye devam!

Ekim ayı içinde orada burada bir yerlerde karşılaşmak umuduyla...

Thursday, September 23, 2010

Liste.

Hangi konserlere gidelim diye teker teker soran tüm arkadaşlarıma ortak cevabımdır. 20. Akbank Caz Festivali bugün İmer Demirer Quartet konseri ile gerçekten başlıyor. Süper konserler var. Benim listem şöyle:


23 Eylül Imer Demirer Quartet
24 Eylül John Surman with Chris Laurence & The Trans4mation String Quartet
25 Eylül Aydın Esen & Wolfgang Muthspiel
28 Eylül Nils Petter Molvaer
29 Eylül Miroslav Vitous “Remembering Weather Report” featuring Franco Ambrosetti
1 Ekim The Sun Ra Arkestra
2 Ekim Evan Parker & KonstruKt
3 Ekim Instant Composers Pool Orchestra
4-8 Ekim Ben turnedeyim. Turneye gelemeyenler, siz buyurun bunlara gidin!
5 Ekim Oğuz Büyükberber Solo
6 Ekim Oğuz Büyükberber; Simon Nabatov; Gerry Hamingway
09 Ekim Selen Gülün by Selen Gülün ;) ben de gideceğim!

Orada burada görüşmek üzere!

Wednesday, September 8, 2010

Bu. Gün.


Neler oldu neler demek isterdim. Acayip sıradan bir gündü ama. Uzun zamandır görmediğim çok eski bir arkadaşımla buluşma heyecanı içindeydim. Öğlen 2.45, Beşiktaş - Kadıköy vapuruna yetişebilmek için alelacele evden çıktım. Taksiye atladım. Şöför bana yolların kilit olduğunu anlattı (Bayram arafesi kaosu) ve ulus-ortaköy yolunu kullanıp Beşiktaş'a götürmeyi önerdi. Olur dedim. Her zaman olduğu gibi takside midem bulandı!

Beşiktaş'ta inip yapmayı en sevdiğim şeyi yaptım ve simitçiden çatal aldım. Vapurda yemek üzere... Vapuru bekleyemedim. O sırada birisi bana "selen" dedi. Baktım en yeni arkadaşım Francesco! Kendisi benimle sadece iki kez görüşmüş birisi olarak (biri planlı, biri de şimdiki gibi plansız) elimdeki yarım çatalı gösterip neden her zaman aç olduğumu sordu? Geçen sefer de yanında tost yemiştim. Ona bu konunun genellikle merak konusu olduğunu anlattım. Hatta yakın arkadaşlarımın ve ailemin süregelen "kızım seni hep aç mı bırakıyorlar bu ne? hep açsın hep açsın..." şikayetlerini anlattım. Sonra güle oynaya vapura bindik, biraz müzikten ve İstanbul'dan konuştuk. Şehrin sonbahar renklerinin ve kokusunun güzelliğine övgüler yağdırdık. Kendisi İstanbul'a yeni gelmiş İtalyan bir basçı. Yolculuk boyunca üstüme düşen Türk misafirperverliği görevimi tabii ki yerine getirdim ve İstanbul'da yaşamak karari konusunda bir kez daha ödünü patlattim.

Şenol beni iskeleden aldı. Francesco ile tanıştırdım onları. Genç italyan basçı (en yeni arkadaşım) ile bir türk davulcu (en eski arkadaşım) kadıköy iskelesi'nde böylece tanıştılar. Basçı davulcu karşılaşması. Çeşit çeşit tezat. Kısa boylu, uzun boylu. Sarışın, Esmer. Genç, Olgun v.s... v.s....

Littlethunderstorm ile Kadıköy'de bir mekanda bira içtik, konuştuk. Konuştuk. Konuştuk. Konuştuk. Konuştuk. Sonra akşam oldu. Şenol bana yol için kahve aldı. Kabataş vapuruna bindim. Vapur bomboş. Hem iftar saati, hem de arefe. Harika! Etrafta İstanbul renkleri, çok acayip! Kitap mı, müzik mi? Müzik.

Patricia Barber'ın Mythologies albümü, yeniden. İstanbul'un rengi koyu mavi olmuş. Işıklar açılmış, saçılmış... Şu sözler takıldı kulağıma İstanbul sonbaharının erken akşamında:

You watch it turn from dark to dawn
you don't seem to need much sleep
your unconcerned day is breaking like a wave

and the water is much too deep...


[Bazı insanların sadece yaşaması mı gerekiyor? Bazı insanların sadece yaşaması gerekiyor.]

İndim vapurdan. Jeton aldım. Füniküler sistemi, yukarıya Taksim'e. Yeniden jeton. Bu sefer doğru 4. levent'e. Metro'da P'ler bitti, R'ler başladı. Eyvah, Radiohead / In Rainbows!

Karardı etraf. Tüm exit'ler gözüme çarpıyor.

Durakta indim. Yürümeye karar verdim yokuş aşağı, eve kadar. Radiohead yürütür adamı. Yolda bir çöp kutusunda iki siyah kapı. Durup baktım. Kediler vardı, onlarla konuştum. Kedim öldüğünden beri sokak kedileriyle konuşuyorum. Ben de. Sonra biraz daha yürüdüm. Hep oturmak istediğim banka oturdum parkta. Durdum biraz. In Rainbows albümü adamı akşamın bir saati bankta oturtur. Yeniden yürümeye başladığımda Koza sitelerinin önünde taksi bekleyen, güzel uzun bacakları olan koca gözlü bir kızla selamlaştım. Yola ağaçlardan düşen kırmızı küçük meyveciklere (vişne?) basmadan yürümeye çalıştım.

Eve tam zamanında girdim. Ayarlasam olmazdı.

In the deepest ocean
the bottom of the sea
your eyes they tell me
why should I stay here?
why should I stay?
I'd be crazy not to follow
follow where you lead
your eyes, they turn me
.......

Günün geri kalanında (gece) sessiz kalmayı tercih ediyorum.

Thursday, September 2, 2010

12 Eylül ile ilgili bomboş haberler! Hemen şimdi!


Zamanı geldi yazmak lazım şöyle oldu böyle oldu... 12 Eylül ile ilgili üç haber. Merkür geri gidiyormuş! İnsanlar konuşup duruyor. Şimdi bu konuda yazmam gerekiyor. Fazıl Say ile ilgili de yazmak gerekiyor. Bir de evet mi, hayır mı? Yoksa gündemden düşerim!?

1) Merkür geri gidiyor.
Gidiyorsa gidiyor, sizin başka bir işiniz yok mudur? Herkes işini gücünü bıraktı, merkür de merkür... Şimdiye kadar hiç mi geri gitmiyordu bu gezegen? Ya da biz şimdi neyse farkettik de yırttık mı yani? Ona göre düzenleyince hayatımızı ne olacak? Hep beraber 12 Eylül'ü bekliyoruz. Merkür geri gitmeyince hepimizin hayatı düzelecekmiş. O zamana kadar iş anlaşması yapmayıp elektronik eşya almayacakmışız. Benim zaten durmadan böyle şeyler yapma alışkanlığım yok. Bu durumda endişelenecek bir durumum da yok! Ayrıca anlaşma da yaptım. Tam sezon başı. Konserler bilmem neler... Nedir yani?

2) Evet. Fazıl Say ve Cüneyt Özdemir'in programına evet! Ne güzel program olmuş gayet duyarlı, tutarlı. Oh ne güzel! Herkes istediğini söylemiş çekinmeden, daha ne? Programdan önce Fazıl Say'a kızmak moda oldu, programdan sonra Cüneyt Özdemir'e. Sürekli takım tutma hali. Çok güzel program olmuş. İkisini de tebrik etmek lazım. Beyefendi gibi konuşmuşlar karşılıklı. TV seyretmiyorum ben, bir arkadaşım linkini yollamış oradan izledim. İyi etmiş, sağolsun, sayesinde gündem takip ettim. Muhabbette 12 Eylül referandum meselesi de geçti. Geçmese olmazdı zaten.

http://video.cnnturk.com/2010/programlar/8/26/5n1k-24-08-2010

3) Evet / Hayır kısmını pas geçeceğim izninizle. Lakin ben sizin ne oy vereceğinizi merak etmiyorum. Siz de benimkini etmeyiverin. Şart mı?

İşte gündem hakkında yazacaklarım bunlar. Benim kendi gündemim daha yoğun bu ara. Fırsat bulunca onu da yazarım yakında...

Monday, August 2, 2010

Söz


O ay
söylememe sebep oldu
söylediklerimi.
Yoksa yoktu bende
söz.
Kırılmıştım ikiye daha önceleri de
binlerce kez.
Sen nereden bilebilirsin ki
bakınca gördüklerimi?
Gördüklerim sapasağlam bir sedir ağacında gizli
sen
zaten göremeyesin diye.
Söz olsun öz olsun diyorsan
sedir ağacının gölgesine git.
Git söylesin sana
gördüklerimi.

Thursday, July 29, 2010

Sıradan bir Yaz günü cinneti!


Ne zamandır yazmak istiyorum. Açıyorum blogumu öyle bakıyorum. Bu aralar biraz ters gidiyor her şey. Ya da aslında ben ters gidiyorum galiba. Bir sürü insanın olduğu bir yerde geri adımlarla yürümek gibi bugünler. Arkanı görmüyorsun (bu durumda önün oluyor tabii) öyle bodoslama yürü kalabalığa doğru geri geri (ileri ileri)... Yanlış anlaşılmasın, bunalımda falan değilim. Öylesine bir zaman akışı, olaylar bu şekilde gelişiyor. Tersten mi konuşmayı denesem acaba bu aralar. Sürekli bir iletişim kazası kurbanı olmak yerine abahrem mineb mıda neles nülüg (çok zor oluyormuş ama isim harika oldu!).


Bir tatil yapasım var sessiz sakin. Ama öte yandan deli gibi çalışasım var. Yeni müzikler yazasım, piyano çalışasım var. Sonra tatil yapasım var, evet. Yağmur yağdıkça yağıyor, hem de öyle yaz yağmuru gibi değil, yağıyor arsızca tepemize. Hemen uyumak istiyor o zaman da insan, oracıkta. Bu yaz'ın her zamankinden farklı olduğu kesin. Yine de 2009'a bir çok kez tercih ederim şimdilik.


Bilgi'de ofisimdeyim ve dışarıdan trompet (vuvuzella?) sesi geliyor. Müzik bölümünden gelmiyor, dışarıda uzaktan bir yerden geliyor ses. Silahtarağa, Eyüp'te dışarıda trompet sesi biraz tuhaf! Berklee'de öğrenci olduğum dönemlerde Hemenway'de otururken karşı apartmanda yaşayan Konservatuar Trompet öğrencisinin çalışma sesleri sızardı eve. O kadar güzeldi ki tonu, ciddi platonik duygularım vardı adama. Camı açardım daha iyi duyayım diye. Komşuları öyle düşünmüyordur tabii ama (bakınız: http://www.myspace.com/selengulun/blog?page=2) Hadi bakalım şimdi bir de nostalji. Çekilmez bu yaz günü!


Türkü çalıyorlar şimdi hoperlörden! Böyle sürekli maruz kalıyorsun işte bu ülkede "ses"e. Piyano çalıştın mı evinde kıyamet kopar ama taksiye binersin kötü bir pop müziği dinlemek zorunda kalırsın. Sesini kıstırsan "müzik sevmiyor musun abla?" olur. Tüpgaz satanı bile ses yayını yapar araçlarından. Sen aletini çalışırsan evde çocuk muhakkak uyuyor olur!


Gerçekten yüksek sesle müzik yayını yapıyorlar bir yerden ve aynı şarkı (slogan var içinde ama kötü tesisattan anlaşılmıyor tabii ne dediği) on beşincidir çalıyor. Adamın teki de arada hoşgeldiniz bilmem ne diye bağırıyor. "haydi gel, durma gel, şimdi gel.." diyorlar onu anlıyorum ama kime, neden diyorlar bilemiyorum. Çok büyük bir ihtimalle kimse bunlara "dur" demeyecek. "haydi, durma, şimdi gel" dediklerine göre gidip ben diyeyim bari diyeceğimi diyorum. Ya da en iyisi ben gidip bir kahve alayım kendime!


Vallahi deli değilim. Ben çok normalim. Onlar deli! (Tersten ileriye yürümeye devam.)



Tuesday, July 20, 2010

Bay Bay Pia.


Kedim öldü. Delinin tekiydi zaten. Sağırdı da üstelik. Bir de utanmadan Piyano çalabildiğini zannediyordu. Diğer duyan kediler gibi... Şu siyah/beyaz Tuxedo Cat denilen türden, yeşil gözlü bir kediydi. Harekteliydi biraz! Evde 24 saat yere bir şey indirip (telefon, çakmak, vazo, cd'ler, kitap, uzaktan kumandalar...) arkasından bakardı. Meğerse düşen şeylerin arkasından ses çıkmıyor diye şaşırıyormuş. Veterinerin yalancısıyım. Halbuki çıkıyordu, yani ben sekiz aydır gece uykumdan üç kere uyanarak onun deneylerinin kurbanı olarak uyanıp eşyaları inatla eski yerlerine geri koyuyordum, o sonra yeniden atıyordu. Sanırım eşyaların düşünce ses çıkardığının tek kanıtı onun için benim uykumdan uyanıp yanına gelmemdi. Selen uyandı, kötü kötü bakıyor, o zaman tamam, maddeler düşünce ses çıkarıyor! Huysuzun tekiydi. Kızdı. Haşindi. Sağır olduğu için kızınca ben anlamıyordu. Öyle suratıma bakıyordu. Hayır, yapma gibi kelimeleri öğrenemediği için işaret parmağımı dik tutarak onu korkutmaya çalışırdım, "bak yapma nıııı..." diye sallardım, ilk iş üç ayağının üzerinde dikelip sağ patisini bana doğru "bak yapma nııı..." diye sallardı. Meydan okumanın bu kadarı! Öyle inatçı, dik. Hayatımda gördüğüm en gıcık kediydi. Herkes kendisini Sağır Kedi diye değil Hiper Kedi diye öğrenmişti. Ortalıkta başka kedi varsa sahibi bana muhakkak "sizinki de biraz hareketli"yi yapıştırırdı. Ben koltukta kitap okurken yerde 120 kere dönerdi. Çok oyuncuydu. Top oynarken topları seslerini duymadığı için nereye gittiklerini tahmin edemediğinden takip edemezdi. Ama süper top tutardı. Bardakları kırardıı. Arkadaşlarımın içki, kahve bardaklarını muhakkak yere düşürüp içerdi. Bira severdi. Sigara dumanından rahatsız olmazdı. Oynarken hiç yorulduğunu görmedim. Sen yorulursan da bileğinden hart diye ısırırdı. Oturmak rahat etmek, öyle kedimle sarmaş dolaş olayım filan yoktu bizim evde.

Öperdi. Saçımı koklayıp çiğnerdi. Kucağıma aldığımda tatlı bir "miyuk" sesi çıkartırdı. Patisiyle severdi. Saklanıp yanından çıkarken atlayıp patileriyle bacağıma pıt pıt yapardı. Tek istediği benimle göz teması kurmaktı. Duyamadığı için gözüyle görebileceği yerlere otururdu. Evin içinde ben arkasında olmama rağmen beni arardı. Miyauuuw (nerdesin?) diye çağırma sesi vardı. Evin içinde beni arayıp dururdu yavrucak, çünkü uyurken yanında trompet çalsanız duymazdı. Sudan korkmazdı, aksine hoşuna giderdi. Elektrik Süpürgesinden, çamaşır makinesinden korkmazdı. İki kere 3. kattan aşağıya düştü bir şey olmadı. Mücadeleciydi. Çok komikti. Ben şimdi bunu bir özledim gideli daha bir gün bile olmadan. Kabını kacağını, oyuncaklarını ne yapacağımı bilemedim henüz dokunmadım yerlerinde duruyorlar. Kumunu da yeni değiştirmiştim üstelik...

Pia! Henüz bir yaşını doldurmamıştın.

Sunday, May 30, 2010

0,1,2

Herşeyden önce 0 vardı.
Yoksa yok muydu?
Sonra 1 geldi, 2 geldi...
Yoksa önce 1 ve 2 vardı, ve ardından 0 mı geldi?
...
Varlığa dair yazmak. Mutluluğa dair...
Bazı insanlar hep ayın karanlık yüzü işte ne yaparsın?
Bir zaman, mutlu eden şeyler listesi yapmıştım sonra eklerim canım istedikçe diye. Hiç bir şey eklememişim o zamandan beri. Baktım. Liste ilerlememiş.
Kafam karışınca kafamı kaşırım herkes gibi. Kaşıdıkça, kaşıdıkça sanki aradan bulacağım. Bulamıyorsun tabii, o kadar kolay olmuyor ama, alışkanlıklar...
Kaşıyoruz kafayı. Kafa hala karışık.
Sanki dik durup ileriye doğru bakarsan olayları daha net görebileceğini, değerlendirebileceğini söylemişti birisi bana. Ya da bir yerde mi okumuştum ne? "Body language" kitabı. Olabilir. Her okuduğuna da inanmamak lazım. Dik duran birisiyim çünkü.
Böyle pazar pazar oturup bunları yazmak da enteresan.
Dışarısı çok sıcak.

Thursday, May 13, 2010

Thursday, April 22, 2010

Şehir hayatının geri zekalıları

1) Dün gece akşam beş sularında arabamı bıraktığım yerde önümde ve arkamdaki arabaların akşamın ilerleyen saatlerinde yer değiştirmesi sebebiyle açılan alan yüzünden, sonradan sonraya gelip benim kötü park ettiğime karar veren ve bu sebepten arabamın sileceklerini kaldırarak beni protesto edebileceğini düşünen egosu şişik geri zekalı.

2) Bunlarla uğraşmak yerine en iyisi otoparka park edeyim diye karar verdiğinde arabanın arkasına park ederek arabanı kitleyen ve sabahın köründe turneye çıkmana bu sebeple engel olup uçağını, feribotu kaçırmana sebep olan çeşit geri zekalı.


3) Yorgun argın taksiye bindiğinde sırf arabasına bindin diye sorunlarını, abuk sabuk fikirlerini, çoluğunun çocuğunun, kaynının, eniştesinin hikayesini dinlemek zorunda olduğunu düşünen bencil geri zekalı.


4) Taksiye bindiğinde aynasını ayarlayıp seni dikizlemeye hakkı olduğunu düşünen, parayı alırken arkasına dönerek eline dokunan, bundan fiziksel bir çıkarı olabileceğini düşünen sapık geri zekalı.


5) Sırada durmayan, duramayan, rahatsız, kendi işinin seninkinden acil olduğunu düşünen (emin olan) nevrotik geri zekalı.

6) Toplu taşıma araçlarında, sinemada, konserde bağırarak konuşan, konuştuğunun niyeyse herkes tarafından ciddiye alınacağını düşünen ciddi geri zekalı.


7) Sokağa yediği portakalın muzun kabuğunu atan, arabasının küllüğünü boşaltan, içtiği suyun meşrubatın şişesini fırlatan düşüncesiz geri zekalı.


8) Sokakta, toplu taşıma araçlarında cep telefonundan bağırarak özel hayatını konuşan, avaz avaz kavga eden şuursuz geri zekalı.

9) Sigara içtiği için içmeyenleri, içmediği için içenleri rahatsız eden empati yoksunu geri zekalı.


10) Ben yoruldum siz devam edin...

Sunday, April 18, 2010

Yaratıcı İnsan Sorunsalları


Bir bilenin ağzından:

(Italo Calvino’dan alıntılar)

*“Bir süredir her yandan –gazetelerden, haftalık dergilerden, sinemadan, tiyatrodan, radyodan, televizyondan- öneriler geliyor, gerek maddi karşılıkları, gerekse ses getirmeleri açısından hepsi birbirinden çekici, o kadar çok ve öylesine ısrarlılar ki ben – ıvır zıvır şeyler arasında dağılıp gitmek korkusu içindeyim, benden daha üretken ve verimli yazarların örneklerini görüyorum, kimi zaman onlara öykünmek geliyor içimden, ama ardından onlara benzemeyeyim diye yine susmanın zevkine kavuşuyorum, kafamı toplayıp ‘kitabı’ düşünmek istiyorum, ama aynı zamanda insan ancak, isterse ‘gündelik’ olsun, her şeyi yazmaya girişirse giderek kalanını da yazabilir kuşkusu düşüyor içime – demek istiyorum ki sonunda ne gazeteler, ne dıştan gelen önerileri için, ne kendi kendim için bir şey yazıyorum.”

**“Ama belki bende yerlerle kişisel ilişkiler kurma yeteneği yok, hep biraz havada kalıyorum, yalnız bir ayağım kentte. Yazı masam biraz da bir adaya benziyor: burada olduğu gibi başka bir ülkede de olabilirdi. Öte yandan kentlerin hepsi bir tek kente, bir zamanlar her birini niteleyen farklılıkların yitirildiği, kesintisiz bir kente dönüşmekteler.”

***“Betimlemek demek bizi giderek anlatmak istediğimiz şeyin hep biraz daha yakınına götüren, ama aynı zamanda hep biraz doyumsuz bırakan yaklaşımlar denemektir, bu nedenle sürekli olarak gözlemlemeye geri dönmemiz, gözlemlediğimiz şeyi daha iyi anlatmayı denememiz gerekir.”

*Emilio Cecchi’ye mektup, 3 Kasım 1961

**Eremita a Parigi (Paris’te Münzevii, Pantarei, Lugano 1974

***Descrizioni di oggetti (Nesne Betimlemeleri), La lettura. Antologia per la scuola media’da (okuma. Ortaokullar İçin Seçki), Haz. Italo Calvino ve Giambattista Salinari, Mair D’Angiolini, Melina Insolera, Mietta Penati, Isa Violante’nin katkılarıyla, cilt 1, Zanichelli, Bologna 1969.


resim: calvino'nun roma'da ki evinin cep tel'dan çekilmiş hali!

Friday, April 16, 2010

Sunday, April 4, 2010

MESAM seçimleri kazası geldi başımıza!


Bir takım adamlar, bazı paraları paylaşamıyor. Birbirlerine bağırıp itişip kakışıyorlar. Yani allah için birbirlerini dövmüyorlar, ama gövde gösterisi için höööyt zöt filan diye bağırmak gerektiği için fiziken de eylem içindelermiş gibi gözüküyorlar. Aslında palavra. Kimsenin kimseyi döveceği yok. Sadece it dalaşı. Konuştukları şey bizim paramıza ne olduğu. Yani müzik üretkeni insanların ürettiklerinden elde ettikleri iddia edilen bir takım telif paraları. Zaten bizim cebimize girmemiş, ama gireceği de yokmuş. Biliyorduk, kulaklarımızla duyunca anladık demek isterdim ama vallahi yine de anlayamadık. Kullanılan Türkçe'den de olabilir tabii... Lan'lar ulan'lar kendi aralarında konuşuyorlardı, ama ellerinde mikrofon vardı. Sanki ben ve benim gibi sabırla orada oturan diğer dört yüz müzik üreten insanla konuşuyormuş gibi yapıyorladı ama tek dertleri birbirlerine laf anlatmak. En çok duyduğumuz kelime "ben"di. Ben şöyle, ben böyle, ben varya ben, ah o ben...


Mesam'ın seçimlerindeydik. Demirhan (Baylan) aday oluyorum dedi, zaten gidecektim meraktan bu sefer iyice merak edesim tuttu. Buluştuk Oğuz Büyükberber ile bir güzel bahar günü, bayram havası içinde gittik kongreye. Haliç'te harika manzara, dışarıda süper bir hava, güzellikler diz boyu... İçerisi ise anlatılacak gibi değil. İşte deniyorum ama olmuyor (bakınız üst paragraf). Bir takım paralar telafuz edildi toplantı boyunca ki benim algı sınırlarımı aşıyor. Sıfırları bir araya getiriyorum getiriyorum tutturamıyorum. Bakıyorum sağımda solumda Amasya'dan Malatya'dan gelmiş Müzik eserleri sahipleri. Ama onlar konuşamıyor. Şaşkınlık içinde olup bitenleri izliyorlar. Kızıyorlar tabii, kızmazlar mı? On beş kişi mikrofonu eline alıp alıp bağırıyor, ama bizde yine tık yok. Anlamıyoruz kardeşim, anlamıyoruz. Paralar nereye gitmiş anlamıyoruz. Havuzdu mavuzdu trilyonlar, mirilyonlar... Anlamıyoruz, anlamıyoruz.

Ortalıkta o kadar az kadın eser sahibi var ki, tek tük, elle sayabilirsiniz. Bağıranlar adamlar. Ha pardon, bir kadın "utanın utanın halinizden, bu ne rezalet ben mesam'dan istifa ediyorum" diyerekten bağrış çağrış salonu terketti. Bak o bir kadındı, unutmamak lazım! Yine de kadın yok, yok işte. Var tabii olmaz mı var, ama az, az işte. İnsan daha fazla olsalardı bu çirkinlik yaşanır mıydı diye düşünmeden edemiyor? Ama para kısmını bilemem vallahi. Anladığım kadarıyla o konuda yapılacak hiç bir şey yok. Kadın da olsa erkek de herkesin eli herkesin cebinde artık. Kollamak lazım gelir. Ama nasıl, nasıl? İşletme okurken ben zamanında, hocalarımız demişti ki bu ülkenin en büyük sorunu denetimdir. Aslında hukuk demek istiyorlarmış sanırım. Yani, hak hukuk olsa denetim mekanizması işler, ve fakat neyi ve kimi denetleyeceksin bu ülkede. Bir denetle de gör bak ne oluyo? Ayrıca denetleyeni kim denetleyecek? Bu sorular böyle alır başını gider. Zaten oy veremedenm çekip gittik. Beş saat sonra kafa kalmadı hiç birimizde.

Müzisyenim karışmayayım diyorum olup bitenlere ama bak mümkün mü? Dön dolaş ucu sana da dokunuyor işte sistemin. Üretmeyeceğim etmeyeceğim en sonunda o olacak. Hakkımı istiyorum desen en büyük problem. Üretince de problem, üretmeyince de. Ben bu MESAM'dan bir şey anladıysam arap olayım! Aslında onu da azıcık olmuşum galiba daha doğmadan önce. İyi bari, problem yok o zaman!

Tuesday, March 2, 2010

Trenler

Weimar'dan Leipzeg'e tren
Viyana'dan Graz'a tren
Amsterdam'dan Den haag'a
İstanbul'dan Ankara'ya, Eskişehir'e...

Önce yavaş yavaş, sonra hızla geçen ağaçlar... sonra yeniden yavaş... sonra yeniden hızlı...
donmuş göller, su birikintileri, su yolları
köprüler, köprüler
sonra kısa tünel
uzun tünel, sonu yokmuş gibi
ağaçlar, ağaçlar, ağaçlar
kısa tünel, uzun tünel
her yer kar tutmuş
küçük evler sağlı sollu
yol kenarlarında ses panelleri
yavaş hareket eden arabalar

inip binen insanlar, selamlaşmalar
gülümsemeler
merak.

Frankfurt'tan Weimar'a
Amsterdam'dan Utrecht'e tren
Liepzig'den Berline'e tren
Londra'dan Dartford'a
önce yavaş yavaş, sonra hızla geçen ağaçlar...
her yer kar tutmuş, buz tutmuş
kuşlar havalanıyor, aniden
yavaş kanat çırparak, uçuyorlar
birisi müzik dinliyor yanımda
punk rock, ayagını sallıyor
arabalar, arabalar, arabalar
kısa tünel, uzun tünel
köprüler, köprüler, köprüler
yokolmuş ırmaklar, nehirler
bavullar, çantalar, sağlı sollu
rengarenk
yansımalar, camlar, fısıltılar
upuzun bir vadi
kocaman yapayalnız ağaçlar
ışık
ve hızla geçen ağaçlar
irili ufaklı, boy boy
dağlar dağlar...
köprüler,
tüneller,
ağaçlar,
arabalar,
ırmaklar,
nehirler,
insanlar, insanlar, insanlar.


01, 02, 03 / 2010

TK 1764

TK 1764

11.02.2010

Ucaktayim

Rebekka Bakken dinliyorum.
Art of the fall albumunu,… Biliyorum, ironik!

Bir suru sey dusunuyorum tabii. Normalde uc saat uyumus bir insan uyumak icin delirir ama ben ucaga biner binmez cin gibi oluyorum. Ucak bombos. Sagda solda herkes ucerli koltuklara yerlesmis misil misil uyuyor. Ben kahvaltida atom yutmus gibiyim mubarek. Tam inerken basincla uykum gelir, nereye geldigimi unutacak kadar da sersemlesirim. Klasik! Sonra trende uyumamaya calisarak artik hangi sehre gidiyorsam… Mucadele. Sabah erken ucaklarini sevmiyorum ama iste ne yaparsin, gunu kacirmayalim, hemen alisalim, belki prova, hatta sound check / konser derken asagi yukari tek alternatif sabah ucaklari.
Bu sene her zamankinden tuhaf bir enerjim var. Bir suru sey olacakmis gibi geliyor, ama bir suru… zaten oluyor da. Bazen fiziken olan bitenlere yetisemiyorum, oyle acayip bir hiz. Bir sikayetim yok tabii, sonucta surprizler diye album yapmis birisiyim. Durumdan sikayet etsem tuhaf kacar.

Bir muddet
Susmak
Kara gozlerin derinligine.

En iyisi
Konusmamak
Bir sure.

Gercekten uyusam mi acaba?

TK 1764
Istanbul - Amsterdam