Thursday, April 22, 2010

Şehir hayatının geri zekalıları

1) Dün gece akşam beş sularında arabamı bıraktığım yerde önümde ve arkamdaki arabaların akşamın ilerleyen saatlerinde yer değiştirmesi sebebiyle açılan alan yüzünden, sonradan sonraya gelip benim kötü park ettiğime karar veren ve bu sebepten arabamın sileceklerini kaldırarak beni protesto edebileceğini düşünen egosu şişik geri zekalı.

2) Bunlarla uğraşmak yerine en iyisi otoparka park edeyim diye karar verdiğinde arabanın arkasına park ederek arabanı kitleyen ve sabahın köründe turneye çıkmana bu sebeple engel olup uçağını, feribotu kaçırmana sebep olan çeşit geri zekalı.


3) Yorgun argın taksiye bindiğinde sırf arabasına bindin diye sorunlarını, abuk sabuk fikirlerini, çoluğunun çocuğunun, kaynının, eniştesinin hikayesini dinlemek zorunda olduğunu düşünen bencil geri zekalı.


4) Taksiye bindiğinde aynasını ayarlayıp seni dikizlemeye hakkı olduğunu düşünen, parayı alırken arkasına dönerek eline dokunan, bundan fiziksel bir çıkarı olabileceğini düşünen sapık geri zekalı.


5) Sırada durmayan, duramayan, rahatsız, kendi işinin seninkinden acil olduğunu düşünen (emin olan) nevrotik geri zekalı.

6) Toplu taşıma araçlarında, sinemada, konserde bağırarak konuşan, konuştuğunun niyeyse herkes tarafından ciddiye alınacağını düşünen ciddi geri zekalı.


7) Sokağa yediği portakalın muzun kabuğunu atan, arabasının küllüğünü boşaltan, içtiği suyun meşrubatın şişesini fırlatan düşüncesiz geri zekalı.


8) Sokakta, toplu taşıma araçlarında cep telefonundan bağırarak özel hayatını konuşan, avaz avaz kavga eden şuursuz geri zekalı.

9) Sigara içtiği için içmeyenleri, içmediği için içenleri rahatsız eden empati yoksunu geri zekalı.


10) Ben yoruldum siz devam edin...

Sunday, April 18, 2010

Yaratıcı İnsan Sorunsalları


Bir bilenin ağzından:

(Italo Calvino’dan alıntılar)

*“Bir süredir her yandan –gazetelerden, haftalık dergilerden, sinemadan, tiyatrodan, radyodan, televizyondan- öneriler geliyor, gerek maddi karşılıkları, gerekse ses getirmeleri açısından hepsi birbirinden çekici, o kadar çok ve öylesine ısrarlılar ki ben – ıvır zıvır şeyler arasında dağılıp gitmek korkusu içindeyim, benden daha üretken ve verimli yazarların örneklerini görüyorum, kimi zaman onlara öykünmek geliyor içimden, ama ardından onlara benzemeyeyim diye yine susmanın zevkine kavuşuyorum, kafamı toplayıp ‘kitabı’ düşünmek istiyorum, ama aynı zamanda insan ancak, isterse ‘gündelik’ olsun, her şeyi yazmaya girişirse giderek kalanını da yazabilir kuşkusu düşüyor içime – demek istiyorum ki sonunda ne gazeteler, ne dıştan gelen önerileri için, ne kendi kendim için bir şey yazıyorum.”

**“Ama belki bende yerlerle kişisel ilişkiler kurma yeteneği yok, hep biraz havada kalıyorum, yalnız bir ayağım kentte. Yazı masam biraz da bir adaya benziyor: burada olduğu gibi başka bir ülkede de olabilirdi. Öte yandan kentlerin hepsi bir tek kente, bir zamanlar her birini niteleyen farklılıkların yitirildiği, kesintisiz bir kente dönüşmekteler.”

***“Betimlemek demek bizi giderek anlatmak istediğimiz şeyin hep biraz daha yakınına götüren, ama aynı zamanda hep biraz doyumsuz bırakan yaklaşımlar denemektir, bu nedenle sürekli olarak gözlemlemeye geri dönmemiz, gözlemlediğimiz şeyi daha iyi anlatmayı denememiz gerekir.”

*Emilio Cecchi’ye mektup, 3 Kasım 1961

**Eremita a Parigi (Paris’te Münzevii, Pantarei, Lugano 1974

***Descrizioni di oggetti (Nesne Betimlemeleri), La lettura. Antologia per la scuola media’da (okuma. Ortaokullar İçin Seçki), Haz. Italo Calvino ve Giambattista Salinari, Mair D’Angiolini, Melina Insolera, Mietta Penati, Isa Violante’nin katkılarıyla, cilt 1, Zanichelli, Bologna 1969.


resim: calvino'nun roma'da ki evinin cep tel'dan çekilmiş hali!

Friday, April 16, 2010

Sunday, April 4, 2010

MESAM seçimleri kazası geldi başımıza!


Bir takım adamlar, bazı paraları paylaşamıyor. Birbirlerine bağırıp itişip kakışıyorlar. Yani allah için birbirlerini dövmüyorlar, ama gövde gösterisi için höööyt zöt filan diye bağırmak gerektiği için fiziken de eylem içindelermiş gibi gözüküyorlar. Aslında palavra. Kimsenin kimseyi döveceği yok. Sadece it dalaşı. Konuştukları şey bizim paramıza ne olduğu. Yani müzik üretkeni insanların ürettiklerinden elde ettikleri iddia edilen bir takım telif paraları. Zaten bizim cebimize girmemiş, ama gireceği de yokmuş. Biliyorduk, kulaklarımızla duyunca anladık demek isterdim ama vallahi yine de anlayamadık. Kullanılan Türkçe'den de olabilir tabii... Lan'lar ulan'lar kendi aralarında konuşuyorlardı, ama ellerinde mikrofon vardı. Sanki ben ve benim gibi sabırla orada oturan diğer dört yüz müzik üreten insanla konuşuyormuş gibi yapıyorladı ama tek dertleri birbirlerine laf anlatmak. En çok duyduğumuz kelime "ben"di. Ben şöyle, ben böyle, ben varya ben, ah o ben...


Mesam'ın seçimlerindeydik. Demirhan (Baylan) aday oluyorum dedi, zaten gidecektim meraktan bu sefer iyice merak edesim tuttu. Buluştuk Oğuz Büyükberber ile bir güzel bahar günü, bayram havası içinde gittik kongreye. Haliç'te harika manzara, dışarıda süper bir hava, güzellikler diz boyu... İçerisi ise anlatılacak gibi değil. İşte deniyorum ama olmuyor (bakınız üst paragraf). Bir takım paralar telafuz edildi toplantı boyunca ki benim algı sınırlarımı aşıyor. Sıfırları bir araya getiriyorum getiriyorum tutturamıyorum. Bakıyorum sağımda solumda Amasya'dan Malatya'dan gelmiş Müzik eserleri sahipleri. Ama onlar konuşamıyor. Şaşkınlık içinde olup bitenleri izliyorlar. Kızıyorlar tabii, kızmazlar mı? On beş kişi mikrofonu eline alıp alıp bağırıyor, ama bizde yine tık yok. Anlamıyoruz kardeşim, anlamıyoruz. Paralar nereye gitmiş anlamıyoruz. Havuzdu mavuzdu trilyonlar, mirilyonlar... Anlamıyoruz, anlamıyoruz.

Ortalıkta o kadar az kadın eser sahibi var ki, tek tük, elle sayabilirsiniz. Bağıranlar adamlar. Ha pardon, bir kadın "utanın utanın halinizden, bu ne rezalet ben mesam'dan istifa ediyorum" diyerekten bağrış çağrış salonu terketti. Bak o bir kadındı, unutmamak lazım! Yine de kadın yok, yok işte. Var tabii olmaz mı var, ama az, az işte. İnsan daha fazla olsalardı bu çirkinlik yaşanır mıydı diye düşünmeden edemiyor? Ama para kısmını bilemem vallahi. Anladığım kadarıyla o konuda yapılacak hiç bir şey yok. Kadın da olsa erkek de herkesin eli herkesin cebinde artık. Kollamak lazım gelir. Ama nasıl, nasıl? İşletme okurken ben zamanında, hocalarımız demişti ki bu ülkenin en büyük sorunu denetimdir. Aslında hukuk demek istiyorlarmış sanırım. Yani, hak hukuk olsa denetim mekanizması işler, ve fakat neyi ve kimi denetleyeceksin bu ülkede. Bir denetle de gör bak ne oluyo? Ayrıca denetleyeni kim denetleyecek? Bu sorular böyle alır başını gider. Zaten oy veremedenm çekip gittik. Beş saat sonra kafa kalmadı hiç birimizde.

Müzisyenim karışmayayım diyorum olup bitenlere ama bak mümkün mü? Dön dolaş ucu sana da dokunuyor işte sistemin. Üretmeyeceğim etmeyeceğim en sonunda o olacak. Hakkımı istiyorum desen en büyük problem. Üretince de problem, üretmeyince de. Ben bu MESAM'dan bir şey anladıysam arap olayım! Aslında onu da azıcık olmuşum galiba daha doğmadan önce. İyi bari, problem yok o zaman!