Saturday, December 31, 2011

SQ 26 Singapore Airlines ile New York’a


Cok mutluyum! Neyse ki bir Turkiye’li olarak utanmayarak gecirmem gereken herhangi bir gunum olmuyor! New York’a gidisim Ocak’ta olacak bari en ucuz bileti bulayim gideyim dedim. O da Lufthansa’nin Frankfurt aktarmali 30 Aralik ucagina denk geldi. Aktarma transfer suresi 1 saat 45 dakika. Ben aslinda Amerika’ya aktarmayla gitmeyi seven birisiyim. Ayagim yere deyince bir sey farkediyor zannediyorum. Hava aslinda ayni hava (klima) ama olsun. Yanilsama da olsa icim rahat ediyor. Ama 2 saatin altindaki transfer suresi beni geriyor cok fena. Aktarma az, Frankfurt havaalani dev gibi bir yer, 30’u tuhaf bir tarih ama dedim inanilmaz fiyat farki var, ben bu bileti alayim!
30’u geldi sakin sakin havaalanina gittim. Check in zaten onceden yapabildim. Bazen izin vermiyorlar ucus olunca ABD’ye. Lufthansa rahat. Bavulu verdim, Ataturk havalimani kalabalik degil, tam tersi uzun zamandan beri gordugum en sakin gununu yasiyor. Hayret. 1 saat ekstra vaktim var takildim sagda solda. Sonra  Lufthansa Frankfurt ucagi gec indi, cok yogun trafik varmis Istanbul ustunde, 15 dakika volta atmislar. Cok ucan bilir son iki senedir ucaklar Istanbul’a geliyor da bazen bir turlu inemiyor bu sebepten. Bogazi goruyoruz, Karadeniz’i filan, geziyoruz da geziyoruz. Havaalani yetmiyor dediler ama hala tum ucaklar Ataturk’ten kalkip iniyor Sabiha Gokcen daha rahat. Neyse Almanlar sok edici bir hizla ucagi bosaltip temizleyip bizi iceri aldilar. Cidden inanilir bir sey degil olan. Ucak 13.55’ti, 14.00’da biz inisteki gecikmeye ragmen gitmeye hazirdik. Sonra ne oldu? Kaptan anons yapti sevgili yolcularimiz kalkamiyoruz cunku onumuzde 20’den fazla ucak var! Oh Noooo’lar filan havada ucusur zannedersiniz, yooo herkes sakin. Bir saat ucagin icinde anons olmadan bekledik. Sonraki yarim saatte onumuzde hala 6 ucak var dediler, ve bir bucuk saatlik gecikme ile kalktik. Ucakta her milletten insan var. Yani 30 Aralik gunu nasil olabilirse oyle. Hic kimse Frankfurt’a gitmiyor tabii ki herkesin aktarmasi var oradan. Hepimiz ucaklarimizi kacirdik! Yasasin Turkiye, yasasin organizasyon yetenegi! Yasasin dunyanin en hizli buyuyen ekonomisi!
Bu bakkal kafasi beni oldurecek. Surekli dunyanin en hizla buyuyen ekonomisiyiz, 29 Milyon genc insane 30 yasinin altinda falanlar filanlar. Ben anlamiyorum bu hesabi. O gun belli ki yogunluk var, yilbasi oncesi. Senin elinde degil mi kardesim diger sirketlere ‘ekstra ucus koyamazsin yogunluk var’ demek, engellemek? Boyle bir duruma nasil izin verilir anlamadim? Herkes gelsin diye bu kadar da kucak acmak olmaz ki para para diye. Sonra boylelerine ne derler malumunuz? Ote yandan bir gun once devlet gitmis 35 kisiyi oldurmus yanlislikla, cok pardon demis, yanlis kaza demis. Acimiz buyuk demis! Sagolsunlar. Bundan buyuk utanc olmaz o baska konu. Bu benim kisisel utancim. Yoksa buyuk travmalar geleneksel olarak devam ediyor tabii! Surekli acilar icindeler. Ya Biz?
Lufthansa daha havadayken herkesin ucagina care buldu. Ben boyle bir sey gormedim. Herkesi daha inmeden bir yerlere yerlestirmislerdi. Anons yaptilar tek tek gezip sorulari cevapladilar. Ben biraz uzuldum NY’ta zamaninda olmak benim icin onemliydi ama sakin karsiladim. Ucagin icinde ne olacagini bilmeden beklemek daha buyuk sorundu cunku. Hic degilse ne olacagi belli. Bir kuruma guvenmek ne harika bir duygu. Ben Turkiye’ye dilersem ancak boyle bir guven duygusu diliyorum top yekun! Indigimizde transfer masasindan oraya buraya yolladilar ama cozum belli. Otele gidecegim kalacagim ertesi sabah erkenden Singapore Airlines ile JFK’e. Herkes cok kibar, cok yardimci. Otel fena degil. Singapore Airlines ise muazzam!
Daha ucaga bindim, bir baktim uyarmama ragmen beni ara koltuga koymuslar. Eyvah! Hemen bir hostes ile konustum, “klostrofobigim 9 saat boyle ucamam bir yanlislik olmus” dedim. Bizde olacak sudur, “siz oturun simdi, kalkmadan once size bos yer varsa ayarlariz” derler. Hemen hostes eline numarayi alip kosarak digerine gitti, o kosarak baskasina gitti, birisi elinde kagitlarla geldi, beni koridor basina oturttular. Daha da insanlar giriyordu ucaga yani aslinda herkes mesgul. Kimse sana ayak bagi oluyorsun muamelesi yapmiyor. Bana Singapore Airlines ile ucuracagiz sizi dediklerinde iyi bir sey olabilecegini tahmin etmistim ama aklimin ucundan gecmemisti bu kadar harika olacaklari. Gerci Maki (1101) meraklisi hemen bakmisti, ‘cok iyi seyler soylenmis haklarinda ve pahali bir ucakmis ben baktim’ dedi =) icimi rahatlatti. Yemekler ve servis muthis. Ucak genis, ferah, rahat. Ve Beyler, Bayanlar hostesler muthis guzel ve bakimli! Daha ne olsun.
“THY super bence ben baska bir havayolu ile ucmayi tercih etmiyorum” diyen arkadaslara duyurum, bir Singapore Airlines denesinler. Ben de cokca tercih ediyorum THY ile ucmayi ama hala ogrenecekleri cok sey var bence. Bu deneyimden sonra Singapore’ a da gitmek istiyor insan. Benden soylemesi.

Wednesday, December 21, 2011

Merhaba Uzaylı. Biz dostuz.


Bir suru sey soylemek istiyorum ama soyleyemiyorum. Bu yeni bir durum benim icin. Iyi degil derler icinde tutmak zaten sanirim kulagim da ondan ötüyor.
Bu ara cok kulagim ötüyor. Tinnitus'tan muzdarip... Italya'da basladi bir ay kadar once ama Istanbul'da cok daha kotu oldu. Ozellikle geceleri dayanilmaz oluyor. Bir sey duyuyormusum gibi icerden kulagim bazen sisiyor. Yani tahminen sismiyor ama ben sisiyormus ici gibi hissediyorum. Eskiden sag kulagim cok vinliyordu (boyle anlatabiliyorum. Ötmüyor da vinliyor gibi...). Uyuyamadim aylarca muzigi birakma noktasina geldim. Sonra bir donem tamamen yok oldu ortaliktan. Ara ara ortaya cikiyordu ama geciyordu. Bu sefer de oyle olacak zannettim. Kaliciymis.

Soyleyememe durumu cok kotu. Ben icinden geleni soyleyen birisi olarak bilinirim ama bu aralar biraz vazgectim. Uzun bir suredir kimse beni duymuyormus gibi geliyor. Sanki karsimdaki insanlara soylediklerim bir soz filtresinden geciyor ve o insanlarin duymak istedikleri gibi duyuluyor. Israrla soyledim, olmadi, islemedi. Gecen gun bir doktor (akupunktur uzmani) "uzaydan mi geldiniz? nabziniz cok tuhaf" dedi.  Ben de dusundum, iste sebep bu olmali. Baska dillerden konusuyoruz aslinda galiba. Tutarli olmaya calisiyorum, ayni tavirda sabit kalmaya calisiyorum. Karisik mesajlar vermemeye calisiyorum. Olmadi olmadi. Ben de vazgectim. Artik anlatmaya calismiyorum. Basimi salliyorum evet, hayir diye. Ama isin fenasi icimden konusmaya devam ediyorum. "Olur mu canim oyle sey? Aslinda sen de soyle boyle..." yerine Hı Hı.. diyip bas salliyorum. Hmmm...evet, tamam. Yaa, oyle mi?... Anlatsam ne degisecek ki diye hissetmek ne acayip bir durummus. 

Birisi beni duyarsa bir gun sakince yanina oturup anlatacagim. Boyleyken boyle diyecegim.

Ben Joni Mitchell'in 'A Case Of You'sunu paylastiktan cok kisa bir sure sonra James Blake kendi yaptigi cover halini paylasti. Madem oyle dedim ben de buraya ekleyeyim.



Orijinali burada:

Saturday, November 26, 2011

Beklemek uzerine 003

Oy oy oy. Bundan bir sene once birisi gelip bana deseydi ki boyle bir sey yazacaksin beklemek uzerine... Ama o zaman nereden bilebilirdim ki? Bu yuzden seviyorum yasamayi iste. Macera dolu, degisiklikler, yeniliklerle dolu. Degisiklik derken icimizden bahsediyorum tabii sacimizi basimizi degistirmekten degil. Degisiyoruz iste degismeye aciksak. 


Gecen sene bekliyordum zannediyordum ben. Zannettigimi simdi anladim. Bekleme eyleminin kendisi farkliymis megerse... Ben Italya'ya geldigimden beri buraya neden geldigimi sorup duruyorum kendime. Neden geldim ben, neden? Aylardir otellerde surunuyorum, durmadan calisiyorum, istedigim gibi kendim icin pek bir sey yapamiyorum. Guya kendime zaman ayirmistim bu sene! 10 gun sonra donuyorum evime. Neden geldim hala soruyordum. Ancak bugun ormanda tek basima (cidden onumde arkamda saatlerce, kimse yoktu) yuruken sesler duymaya basladim. Ama agac hisirtisi degil duydugum. Durdum. Nedir? Baktim tepeme. Dusen yapraklari duyuyordum! Hayatimda ilk defa agacindan kopup yere dusmeye baslayan yapraklarin sesini duydum ben. Yavas yavas. Oylesine bir sessizlikten bahsediyorum yani sadece yesil alanda yurumek degil. O zaman dusundum, bekliyorum ama eylemin kendisiyle ozdes. Rahatsiz olmadan, kizmadan. 


Gecen sene de bekliyordum, evet. Cunku Beklemek eylem olarak cok aktif ve yipratici bir sey olabiliyor. Ya da beklemeyi bilmemek. Beklemeyi beklemek. Neden bekledigini bilmemek...v.s...v.s... 


Italya'ya geldigimden beri ben, bekliyorum. Otobus bekliyorum her gun en az iki kere. Eger Roma'ya da gideceksem daha da fazla. Bekliyorum gelmiyor bazen. Patricia'yi (Vakfin sahibi) bekliyorum her zaman. Alis veris yapmasi gerekiyor, kahve icmek istiyor... Hep bir sey istiyor. Hep konudan uzak. Bekliyorum. Her aksam ayni saatte yemek yiyorum tam 11 haftadir. Haftasonu dahil her sabah en gec 8.30da kalkiyorum. Arada yapmis oldugum NY, Florensa, Istanbul, Torino gidis gelisleri haric. Her aksam 7.30'da yemek yemeyi bekliyorum. Hic problem etmeden. 2,5 ay Italyan hukumetinin bana oturma iznimi yollamasini bekledim 8 kere karakola gitmek zorunda kalarak (ikisi baska sehirde). Konser saatimi bekliyorum, Arantxa'yi bekliyorum... Bekliyorum, bekliyorum. Italya'da baska turlusunu yapamiyorsun. Kimseye kizamiyorsun ama beklemen gerekiyor. Cunku bekleyememek diye bir opsiyonun yok. Hep beklemen gerektigini soyluyorlar sana. Burada her seyin zamani farkli! Ben ne zaman ki bilgisayar'dan cikti bekliyorum printer basmiyor, heyecanlaniyorum, anlamiyorum neden daha iyi ve hizli bir printer alinmiyor kutuphaneye. Arantxa veya Roberta bana eliyle sakin ol diyor, sakin ol, basacak... bekle. Dosya yok diyorlar, arsiv yapiyoruz, alalim internetten getirsinler diyorum. Bilmemkimin Roma'ya gidip almasini bekliyoruz. Surekli inanamiyordum ben. Hep bir inanamama hali vardi yuzumde. Ama bekliyorsun. Olaylarin akisi farkli... 


Ne yapiyorlar bizi buyuksehir'de? Ne oluyor bize oralarda? Sabir?


Yurudum bugun, sunu anladim. Bazen saatlerce bekliyorum. Bugun kendi ozgurlugume kavusabilmek icin 5 saat beklemem gerekti. Once okul konseri sabahin koru, sonra printer'da program basacakti Patricia hanimefendi, onu bekledim orada. Sonra oglen yemek yemem gerekti onlarla, sakince durdum yemek yedim. Cunku ben gidiyorum kardesim sikildim sizden diye bir opsiyonum buraya geldigimden beri yok. Ama sonra uzun uzun yurudum bilmiyordum gunun sonunda yapraklarin dususunu duyacagim, duyabilecegim. Nasil bir mutluluk, sakinlik. Sonra anladim. Aslinda bekleyebiliyorum. Burada tahammul edemedigim bir takim olaylar oldugunda biliyorum ki eninde sonunda 3 oda 1 salon evime donecegim bu odadan cikip. Bunu dusunmuyorum, zaten onemsemiyorum. Sonunda ne olacagini tahmin edebiliyorsam, biliyorsam beklemek eylemi zamanin kendisi gibi bir seye donusuyor. Sorunsuz akip gidiyor, hatta eglenceli bile olabiliyor. Bilmiyorsam niye bekliyorum ki? Neden bekleyeyim ki? Bunu anladim. Rahatladim. Iyi hissediyorum. Donunce ne olur onu bilemiyorum. Cunku 'sonucunu bilmedigim seyleri beklememeye karar verdim' filan gibi bir sey soylemeyecek kadar da buyudum. Biliyorum insan egilip bukulebilir olmali. 


Karar filan vermedim. 

Sunday, November 6, 2011

(H)Otel X, Y, Z.

Otel hayati cok zor. Son iki aydir otellerde yasiyorum. Eger buraya gelmeden once otelde yasamam gerektigi soylense gelir miydim bilmiyorum?

Ariston'da su an ozlemle andigim odam.
Ilk olarak Hotel Ariston. Fiuggi'nin en merkezi yerinde otobus duragina 2 dakika. Buyuk bir otel, yemekler guzel, insanlar guleryuzlu. Internet sadece lobi'de ve koridorlarda calisiyor ama hava guzel bazen bahcede oturuyorum bazen lobi'de. Sabah ve aksam yemeklerini oduyor organizasyon, dolayisiyla yemekler bir aksilik olmadigi surece otelde yenmeli dediler. Problem yok. Ilk odam tek kisilik yatagi olan bir kose odaydi. Sekilsizdi. Rahat edemedim. Ilk soylenmem boyle gerceklesti, beni daha buyuk, buyuk yatakli, balkonlu bir odaya aldilar. Pek kimse ingilizce konusamiyor ama herkes iyi niyetli, o yuzden anlasiyoruz. Beni konusmaya zorladiklari icin de italyancam cabuk ilerledi ilk dort hafta. Bir ara otele Polonyali grup geldi. Hayatim kabusa donustu. Her sabah 6'da kalkiyorlar, topuklu ayakkabi ile bir kadin surekli odada yuruyor o saatte asagi yukari. En az bir saat. Iskence gibi! Hic uyuyamadim o hafta sonu. Ertesi hafta sonu Japon'lar geldi durumlar farkli degil. Koridorlarda konusuluyor, kapilar carpiliyor. Zannedersin dunya onlarin! Yine uyku yok! Anlamiyorum neden Italya'da insanlar bagirip cagirmaya basliyor daha o sirada. Roma'ya gidip geliyorum sik sik. Henuz diger resident scholar gelmemis memleketinden. Son hafta o da geldi. Hemen hafta sonu Floransa'ya gittik, arkadas olduk. Cunku kendisi bir Ispanyol ve cellist. O kadar Ispanyol'a benziyorsun ki diyip bazen benimle yanlislikla Ispanyol'ca konusuyordu. Bir sure sonra alisti. Anlastik biz, aramizda cabucak denge kuruldu. Uyumlu ve tatli bir insan. Basta biraz sikici buluyordum kendisini ama tanidikca cok eglenceli taraflari olan birisi oldugunu anladim. Yeni calisma arkadasim ve mecburi 'best friend'im Arantxa from Spain. Floransa'dan geldik hava hizla sogumaya basladi. Patricia (the boss) bize dedi ki orada sizi isitamazlar, otel cok buyuk, musteri yok dukkani kapatmak istiyorlar. Peki dedik ikinci otelimize toparlanip gittik. San Remo. Meselenin parayla ilgili oldugunu dusunemedik. Eh, o sirada henuz Patricia ile pek tanismiyorduk.

Hotel San Remo. Ay ay!!!
San Remo'ya otel demeye bin sahit ister. Disarisi bahce ve aciklik. Odam eflatun rengindeydi, yatak rahat ama mekanda bir tuhaflik var. Kokusundan ic isisina kadar rahatsiziz. Arantxa ile yanyana odalara gectik. Benim odam daha buyuk cunku masa var, ve muzik yazabilmem icin sart oldugundan buyuk odaya benim gecmeme ses cikarmadi Arantxa. Cok iyi birisi zaten. Fakat oda kose oldugu icin soguk oluyor. Soz verildigi gibi kalorifer yakilmiyor, sadece sabah 9'a kadar sicak su var ve en fenasi kimse ingilizce konusamiyor. Italya'da biraz ingilizce konusabildigini soyleyen ile hic konusamadigini soyleyen kesinlikle dogruyu soyluyor. Bunlar hic konusamiyor. Bir kari koca cift, sert mizacli. Calisanlari yok her seyi kendileri yapiyor. Mekanda huzursuzuz ama bir turlu sebebini anlayamiyoruz. Yemekte adam beni gerdi ne istiyorsun her gun, et yemiyorsun yaz bize o zaman dedi. Haydaaa.... Dedim onu da niye ben dusunuyorum acaba? Adam kaba ve cok rahatsiz birisi. Yurtta gibiyiz. Surekli iki cift goz ne yapip ettigimize bakiyor. Odalarimiza giriliyor sorulmadan edilmeden. Kapimiz caliniyor surekli yemek saati diye! En sonunda adamla kavga ettim, kapimi calma! diye. E ben de Akdeniz'liyim sonucta, oyle 'el kol' konusabiliyorum gerektiginde. Benim gibi 'tekligine' duskun birisi icin kabus gibi bir mekan San Remo. Tek guzel sey Bar Francesca'ya yakin. Iki adim otesi. Francesca buranin en super cool mekani, icinde piyano var. Her Persembe canli muzik. Claudio ve Marco aksamlari, anneleri 'the Mama' gunduzleri calisiyor. Yemekler harika, kahve guzel, muzik guzel, ickiler bize indirimli =) En onemlisi wi-fi var! Cunku otelde yok. Aksam bangir bangir tv sesi otelde. Zannedersin biz sigindik oraya parasini Patricia vermiyor?! Herif en sonunda bize alenen ve cirkin bir sekilde karisip (nereye gidiyorsunuz, kacta geleceksiniz v.s...) ustune de asilinca hemen tasi taragi toplayip dogru Hotel Touring'e...

Touring'i seviyoruz. Kapida bisikletler var.
Burada da oda sorunu yasadik. Arantxa'nin odasindaki masa daha buyuk diye oraya gecmem gerekti, nedense masalari degistirmiyorlar? Italyanlar cidden cok enteresan. Arantxa yine bir iyilik yapip odasini bana verdi. Ben de ona hediye aldim =) Ama otel guzel, piyano var cok kotu durumda ama hic degilse arada calabiliyorum. Banyo buyuk, kalorifer var en onemlisi cunku dagda oldugumuz icin Roma ile genellile 3-5 derece farkimiz oluyor. Ozellikle geceleri kemik usuten cinsten. Otelde Roberto var hayatimizi kurtariyor. Ingilizce konusuyor ve cok akilli birisi. Yemek sorunu yasadim ben yine burada tabii vejeteryan beslenme cok buyuk sorun Italya'da. Ne yapacaklarini hep bana soruyorlar. Aslinda memnun etmek istediklerine eminim ama oyle bir stresle yapiyorlar ki bu isi dunyadaki tek vejeteryan insan benmisim gibi hissediyorum! Neyse kavga dovus en sonunda yemek sorunu cozuldu bir nebze de olsa. Roberto her gun ingilizceye ceviriyor yemek menusunu anlasiyoruz boylece. Fakat burada da her gun ayakkabi sesi sorunu. Her hafta sonu Persembe'den hristiyan aileler geliyor dua etmeye! Sabahtan aksama sarki soyleyip dua ediyorlar. Yaslari cok genc. Hepsinin elinde 2 cocuk bir de karinlarinda yenisi! Sabahtan aksama cocuk sesi ve odamin ustunde topuklu ayakkabi sesi. Insanlar sabah kalkar kalkmaz bagirarak konusmaya basliyor koridorlarda odalarda. Hic kimse de birbirine sus demiyor. Bir gun sabah 6.30 da koridorda konusan iki adama pijamamla kapiyi acip baktim, uyumaya calisiyorum dedim cok sasirdilar! Bayagi sasirdilar. Sabah 6.30'da. Simdi ben dusunuyorum bunca senedir yuzlerce kez otelde kalmisimdir dunyanin cesitli yerlerinde ve Turkiye'de. Nasil oluyor da sabah mesela kahvalti kacirana kadar uyuyabiliyorduk. Hatirlamiyorum hafizamdan silindi. O insanlarin hepsini bulup tek tek opmek istiyorum. Yeminle soyluyorum Italya'ya vardigimdan beri 8.30'dan gec uyanamadim! Belki bir tek Torino'da kaldigimda. Onu da sagolsun Utku ayarladi da evde kaldim. Ama yine komsu cocugu gurultusu. O da saat 10'da. Olsun yani!

Haftaya NY'a gidiyorum ben. Maki'nin odasinda rahat ederim, bir hafta sakin uyurum, istedigim saatte istedigim yemegi yerim, hatta belki hic bir sey yemem bir sure, istedigim saatte uyanirim diye umuyorum. Ama Patricia olmadigim zamanlari odemek istemiyor diye esyalarimi Arantxa'nin odasina koymak zorundayim. Geri geldigimde de ayni odayi bulur muyum bilmiyorum? Neyse. Macera 8 Aralik'ta son buluyor. Evime dondugumde bir sure evden cikmam herhalde. Ac billac otururum, oh ne guzel!

Monday, October 17, 2011

Acik Mektup.


Beyaz kagit dunyanin en seksi seyi demisti, galiba Henry Miller. Cunku yaz yazabildigin kadar. Istedigini yaz. Soyle dedim, boyle oldu, ben aslinda soyleyim boyleyim, o soyle boyle… Okuyan yok baska nasilsa istedigini soyle. Kufur et. Seviyorum lan de. Yaz istedigini. En guzeli de (!) sonra geri donup okumak. Bak ne kadar hakliyim iste, buraya da yazmisim bilmem ne zaman.. Muhatap var. Ama gizli. Karsinda degil. Karsi cikan yok, tez ileri suren yok, fikir veren lafini bolen yok. En guzeli dogru / yanlis diyen yok. Hep sen haklisin. Kafan karisik da olsa oraya yazdin mi sanki gercek zannetme tehlikesi var tabii. Yazinca goruyorsun ve gozle gorunce de biz insanoglu her seyi gercek zannediyoruz maalesef. Yazinca beyaz sayfaya tamam. Buyum ben, dogruyum, hakliyim. Gercegim. Varim.

11 yasimdan beri gunluk tutuyorum. Hep soylenmek istedigim zaman yazdigimi fark edince erken yasta asik oldugumda, guzellikler, basarilar ve mutluluk veren seyler oldugunda da yazmaya basladim. Bir de yazdigim seylere cok inanmamayi ogrendim. Geri donup okumamaya calismayi da… Yoksa cok buyuk kafa karisikligi oluyor. Yasadigin seyler ve o anda hissettigin seyler arasindaki fark buyuk oluyor. Ama insan yine de yazdigina inaniyor, kendini kandirabiliyor. Yazmisim iste buraya, evet ya, iste boyleyken boyle, tabii tabii…

Ben muhatap seviyorum. Karsimda olsun insan her haliyle. Kafa karisikligi ile, gercek gercek konussun bana, soylesin, anlatsin. Iletisime inaniyorum hala. Gerci zamanimizda geri kafali damgasi yiyecek kadar ortaliktan kalkti boyle insanlar ama olsun. Oraya buraya yazmayi sevmiyorum, FB’ymis Twitter’mis. Yuzune soylemek istiyorum insanlarin. Yuzume soylensin istiyorum. Ozel anlar olsun istiyorum o yuzden. ‘Seni seviyorum’ diyebilmek, ‘seni ozledim’ diyebilmek. En onemlisi sana ihtiyacim var diyebilmek. Ne kadar fena bir laf oldu bu. Odu patliyor insanlarin birbirlerine ihtiyac duymaktan. Neden bu kadar zor? Ben de cok kasiliyorum birisine ihtiyac duymaktan. Netekim elim sakatlaninca anlamistim ne kadar rahatsiz oldugumu bu konuda. Net. Kimseye ihtiyacin olmasin yavrucugum tek basina idare edebilmelisin. Ben bu konuda yazmistim hatirliyorum gecen sene kazadan sonra, biz gerilla egitimi aldik ailemizden ablamla diye. Bir tane daha insan tanidim gecen sene sanki bu vesile ile bilmiyorum rastlanti mi? (46 sana diyorum). Cok zorlaniyorum ben birisinden bir sey isterken bile. Ama ne diye o zaman hep birlikte yasiyoruz? Bunu cozemiyorum. O zaman herkes kendi evinde, eskisi gibi ne guzel bahceler icinde yasayalim, kurtulalim kollektif hayattan. Komsumuz, is arkadasimiz olmasin. Yanyana dustukce saldirgan bir ‘benim kimseye ihtiyacim yok’ durumu olusmus. Ve fakat insanlar sokaklara cikti iste hep beraber. New york, Roma, Madrid, Atina kavruluyor ortalik. Bireysellik biraz tak etti galiba. Bu tek basima ayakta durayim diye yaptiklarimiz, cok calisma para kazanma v.s.. kapitalizm’in ozgurluk diye tanimladigi alim gucu pompa(lama)si zortladi. Bakalim nereye?

Dun gece bir film izledim. Love and other drugs.  Maki vermis idi. Ask hikayesi aslinda ama hos bir film. Yavru Anna Hathaway Parkinson olmus sanatci bir kizi oynuyor. Filmin sonunda bir yerde tipik yeniden birlesme hikayesi var. Erkek kizin pesinden gidiyor iste bildigimiz, ve diyor ki kizimiza “I need you”. Aha! O da diyor ki “I will need you more”. Hasta ya yavrucak! Erkek de diyor ki “Everybody needs someone”. Aglasiyorlar bir yandan tabii. Ben de onlarla hungur hungur agliyorum. Hadi bakalim buyur burdan yak! Bayagi fiction geldi bana birisinin digerine “I need you” demesi o anda. Ne gunlere kaldik!
Bu arada ben de ‘there is someone for everyone’ diye sarki yazmistim. Henuz kaydedemedim. Yakinda kaydederim bence!


p.s. bu yaziyi yazdiktan 2 saat sonra yeniden toplanmam (yine ve yeniden yer degisikligi) gerektigi icin sirt cantami actim icinden soyle bir not cikti: 'biz seni cok severiz'. imzaya gerek bile yok. annem beni havaalanina biraktiginda cantama not atmis. iste boyle bir sey. 

Wednesday, October 5, 2011

Hey! Are you...


"... a dreamer?"

"Yeah."

"I haven't seen too many around lately.
Things have been tough for dreamers.
They say dreaming is dead. No one does it anymore.
It's not dead. It's just been forgotten.
Removed from our language.
Nobody teaches it, so no one knows it exists.
The dreamer's banished to obscurity.
I'm trying to change all that. I hope you are too...
by dreaming every day.
Dreaming with our hands and minds.
Our planet is facing the greatest problems it's ever faced. Ever. So don't be bored.
This is the most exciting time we could have hoped to be alive.
And things are just starting."
"Before you drift off, don't forget...
...which is to say, remember.
Because remembering is so much more a psychotic activity than forgetting.
Lorca, in that same poem, said that the iguana will bite those who do not dream.
And, as one realizes that one is a dream figure in another person's dream...
...that is self-awareness."








"Behind the huge difference, 
there is but one story of 
moving from the no to the yes.
All of life is, "No, thank you. No, thank you."
Then ultimately it's, "Yes, I give in. Yes, I accept. Yes, I embrace."
That's the journey.
Everyone gets to the yes in the end, right?"  

                                                                             


                            

Sunday, October 2, 2011

We need.


Waking Life – the movie

“What is frustration? What is anger? Or Love?
When I say love, the sound comes out of my mouth and hits the other persons ear, travels through this Byzantine conduit in their brain… and through their memories of love, or lack of love , they register what I am saying, and they say yes they understand. But how do I know they understand? Because words are inert. They are just symbols. They are dead. You know? And so much of our experience is intangible. So much of what we perceive cannot be expressed. It is unspeakable. And yet, when we communicate with one another and we feel that we have connected…  and we think that we’re understood… I think we have a feeling of almost spiritual communion and that feeling might be transient. But I think it’s what we live for. “

 Straight Man – the book

“Which is why we have spouses and children and parents and colleagues and friends, because someone has to know us better than we know ourselves. We need them to tell us. We need them to say, “ I know you, Al. You’re not the kind of man who.””

[Me.
...and my shadow]

Saturday, October 1, 2011

I am on your side.


I do talk English when I fight,  or I am afraid of talking. Saying powerful things to someone I care for scares me and I suddenly start talking in English. During fight, even the dumbest, meaningless phrases in between, I speak in English. I do not know exactly why?  It is like a blanket, a kind of protection to say things in another language, I guess. Like looking at things from another planet. And talk from another planet. I say this, but this is not me who says this?! Then all of a sudden, my words are lighter. They don’t hit anyone. I am safe. He is safe. We are all in a safe zone. We are fighting but nobody hurts! Nobody is hurt!

Today, I am tired. Today I am tired of trying. Today I am tired of trying to understand.

Today I am broken, and tired of being broken. Broken inside. Inside of many others…

Today I am tired. Tired of walking. Tired of fighting with my dreams. With my shadows, I listen.

Today I was thinking.  I was thinking and fighting. Fighting my demons.
And, I am tired of fighting.

Today I am listening.

I am listening them. My demons, all right! They are as confusing as they can be. I haven’t been listening them for quite some time.

I realized lately I haven’t been talking about myself much, OR my shadows. Today, I am not going to talk about them either. 
Instead, I quietly and secretly cried over my shadows on the way back from Rome to my new home.

This is David Sylvian speaking.

Today I listen.

“It's a wonderful world
And you take and you give
And the sun fills the sky
In the space where you live

It's a day full of dreams
It's a dream of a day
And the joy that it brings
Nearly sweeps her away

It's a wonderful world
As the buildings fall down
And you quicken your step
‘til your feet leave the ground
And you're soaring above
All the sorrow below
And you're falling in love
With those you don't know
 
And your heart feels so wide
And your heart fills so strong
It was never a place
That you felt you belonged

It's a wonderful world
Full of wonderful things
And the people fall down
And abandon their dreams

(I hear him, he's talking out loud
Sometimes he whistles while walking
How could he know any better?
I weep for him, I weep for him now)
                                                                                     
It's a wonderful world
It's a real crying shame
Cos she's hurting herself
In a violent way
And there's people she knows
That won't even try
And they're trapped in their lives
Feeling terrified
And it's in times like these
That she promised to call
But the scale of our love
Is diminished and small

It's a wonderful world
And she doesn't know why
She wakes up each day
And continues to cry

(He's sleeping his troubles away
He's finding it too hard to bear
I'm with him every step of the way
I weep for him, I weep for him now)

It's a wonderful world
And you take and you give
And the sun fills the sky
In the space where you live.”

Tuesday, September 27, 2011

DUNYANIN EN BUYUK KUBBESi.




Kapida yaziyordu halbuki. Kalp sorunu olanlar cikmasin 463 merdiveni (!) diye. Italyanlaaarr Italyanlaaaar… Sorun merdiven sayisinda degilmis ki megerse. O merdivenleri hangi kosullarda ciktigin ile ilgiliymis. Basladik cikmaya arkamizda onumuzde kuyruk. Gercekten sadece bir kisinin sigabilecegi ve surekli donerek ilerlemen gereken bir merdiven sisteminde cikmaya basliyorsun basamaklari teker teker… Onunde ve arkandaki insanlarin vucut sicakligi o daracik koridorda canini sikmaya basliyor bir sure sonra, arada bir kucucuk pencereye denk geliyorsun, fare deligi kadar hava giriyor iceriye. Nefes cekmeye calisiyorsun ki en yukari kadar cikabilesin. 


Arada bir durduk, duracak yer vardi yani. Bakistik. Dedim cikariz cikariz! Disarisi 31 derece bu arada. Tekrar cikmaya basladigimizda dedim bu sefer, bu is olmayacak. Sag kulagim tikandi. Hmm… 
Merdivenler yukariya ciktikca diklesiyor, diklesiyor. Arkamda iki adam Turkce konusmaya basladi. Tamam dedim bana bir sey olursa saglam yerdeyim. Nasil yardim edeceklerse yani. Mumkun degil!!! Arada Kubbenin ortasinda izin veriyorlar sana, yavasca iceriden etrafini dolasabiliyorsun. Muazzam buyuk. Muthis iscilik. Inanilmaz! Ama anliyorsun daha ortasina gelmissin. Coook var tepeye ulasmana. Tabanlara kuvvet! Yeniden giriyorsun mezar gibi merdivenlere. Diklesiyor. Daha da diklesiyor. Bir yerde sen mi gececeksin ben mi gececegim diye inenlerle yolun kesisiyor. Kafani carpmamak icin egiliyorsun bukuluyorsun. Oradan iki kisi gecmen mumkun degil! Turkiye’de olsa birisi digerini kesin dover! Burada turistler perisan ama herkes basarmak istiyor. O yuzden yol veriliyor. Yukariya cok az kaldiginda benim sol kulagimda tikanmisti ve “birisinin ayagi kayarsa hepimiz asagi duseriz”den baska bir sey dusunemiyordum ben.  Zaten klostrofobi kapida! Duvarlara tutunarak yuruyebiliyordum. 
Hic yanliz degilmisim sonra tepede insanlarin soyle(n)diklerinden anladim. 

Fakat yani yukarida ki manzara her seye degdi demek isterdim. Vallahi ben oyle hissedemedim. Simdi derim de gercek olmaz. Oyle fena olduk ki sicaktan... Ve kubbenin tepesi daha da sicakti tabii! Saklanacak bir yer de yok! Sonra bir de inmesi var bunun, kesin daha da zor olacak dedim icimden. Megerse disimdan demisim, kadincagizin biri “Ohh! I hope not!” dedi. Inmesi daha kolay oldu. 
Yolda bir kac kez karsi karsiya kaldik gelenlerle. Donerek inmekten ve havasizliktan basim dondu. Ama becerdik!



Indik sag salim sonra kosarak Gelato mekanina. Gelsin dondurmalar. Ne de guzel hakettik o dondurmayi! 




Tabanlari yagladik sonra!






p.s. 1 Cattedrale di Santa Maria Del Fiore. Bu maceradan sonra aklima tabii ki Murakami’nin en son okudugum kitabi geldi. ‘What I talk about when I talk about running’. Ekstra mucadele. Referans 1.

p.s. 2 Cok fena seyler yedik Floransa’da. Kaldigimiz hostel temiz ve hostu. Hotel Benvenuti, Via Cavour 112. Sehir’e yakindi. Bir bucuk gunde sehrin tozunu attirdik. Perisan olduk o ayri konu =) Referans 2.

Saturday, September 24, 2011

                                                                  Anlamıyorum. 
Nasıl olacak bu iş böyle?    






          






White noise! TFSSSSSSSS.....














Yürüyorum....

Monday, September 19, 2011

.Storm.



“My feelings are kind of hurt,” Russell admits. 
“I mean, I told you everything.”
“Not everything, Russell,” I say. “We never tell everything.”




fiuggi, italy 03.30 AM

Friday, September 16, 2011

Rrrromaaaa!!!

With the incredible 'Michele Rabbia'! Can't wait to meet him!
Artik gitmeliyim dedim kalktim gittim. Saat 10 otobusu 11.15'te Roma'daydi. Bizim alistigimiz Istanbul trafiginde Taksim'den Levent'e ayni saat civarinda geldigimi bilirim. Fena degil yani. Beni otobus tutar filan o ayri ama bu sefer bir sey olmadi. Ilk gelisimde havaalanindan buraya yolda gozumu acamamistim. Geldigimde nereye geldigim tamamen surpriz oldu yani!


Bugun enteresan bir gun. Sabah ayni saatte Amerika subesini, yani Maki'yi New York'a yeni memleketine ugurladik. Sahsen ugurlayamadim tabii bu sefer iste telefonla. Ben de ayni saatte Otobus'e binip Roma'ya gidiyordum. Birbirimize iyi dileklerimizi bildirip iyi yolculuklar diledik. Simardik biraz. Sonra ben onun benim bilgisayarima yukledigi guzel muziklerden David Sylvian ve Cuong Vu dinleyerek Roma'ya yollandim. O da aynen Amerika'ya. Sabah gunaydinlastigim Kucuk kara balik da bana "do it like Roman's do' dedi giderken. Sanirim becerdim 46! =)


Roma'da cok az vaktim var saat 7'de donus otobusunde olmaliyim orijinal planim bu. Ama en guzeli harika besteci arkadasim Lele (Emanuele de Raymondi) ile bulusucam Piazza del Popolo'da saat 2'de. Ilk arkadas iletisimi gerceklesecek boylece Italya'da. Kosarak Via del Corso'ya gittim. Roma'ya adim atar atmaz her yeri hatirladim. Bende mekana inene kadar ya da iste varana kadar hep bir panik oluyor. Sanki yasadigim, kaldigim sehirleri hatirlamayacagim. Ama her zaman hatirlaniyor iste. Atladim Metro'ya hop indim Ispanyol Merdivenleri'nde. Oradan Corso'ya. Hava anormal sicak. Istanbul'un Temmuz'u gibi surekli terliyorsun. Sim card ve Internet icin pen (modem) aldim. Artik online olabilecegim her yerden (en sonunda!). Sonra dogru Lele'yle bulusmaya kosturdum. Daha oturduk nasilsin ne edersin derken hop dedi ki 'seni Marcello Allulli ile tanistirmaliyim. Roma'nin en eski klubunun basina gecti ve inanilmaz bir saksofoncudur." Yasasin! Hemen aradi. O da demez mi vaktim var geliyorum. Haydi bakalim, istesen olmaz. Ama burada bitmediiii... Gittik Auditorium'a. Gecen sefer Roma'da Auditorium'un cok yakininda bir otele gecmistim ben oralar yesil ve guzel diye. Cok severim o bolgeyi. Baktim programa harika konserler geliyor, Wayne Shorter Quartet, Tori Amos... Ikisi de Ekim'de. Muhakkak gitmeli cunku mekan inanlimaz bir yer muzik dinlemeyi dusunemiyorum bile orada. Ozellikle Wayne!


Gittik Marcello ile bulustuk. Yolda Daniele'yi aradik. Marcello'yu aradim ben burada oldugundan haberdar dedi ama Klup Ocak ayina kadar dolmus. Yine de muhakkak calalim diye konustuk. Marcello da dun Daniele ile konustum burada oldugundan haberdardim dedi. Cok komik! Yaslanmaya baslamanin [haydi olgunlasmaya diyelim =)]sanirim tek guzel tarafi bu! En bastan baslaman gerekmiyor cogunlukla. Bir yere gidiyorsun bir muzisyen arkadasin hemen diger 'onemli pozisyon' insanini ariyor. Bizim dunyamizin disinda bilmem ne sirketinin baskani arkadasimdir arayayim senin icin istersen gibi bir sey bu... Yukaridan isleri halletmeye benziyor. Muzik camiasindaki dayanisma da boyle oluyor iste. Neyse buranin en onemli muzisyenlerinden biri ile ilk Roma ziyaretimde boyle 'zart' diye bulustum. Hemen klik ettik. Onu caldim bunu taniyor musun derken 'benim toplantim var birazdan istersen sen de kal, Roma Caz Festivali'nin kuratoru ile' demez mi? Haydi bakalim. Kaldim tabii. Tatli birisi adam ve Istanbul severmis. Hop seneye Roma Caz Festivali'nde cal istersen grubunla oldu. Iste boyle tek ziyaret, birden bire. Heyecanlandim ben tabii. Haftaya Carsamba icin randevulastik Marcello ile. Calacagiz. Amerika'da Caz muzisyeni olmak ile buralarda calmak cok farkli kafalar. Mesela insanlar burada hemen neler calmaya calistigini anliyor. 'Standart'da caliyor musun? Jam Session olacak klupte her Persembe, Ekim boyunca oturmak ister misin house band'de?' diye sordu. Mmmm zannetmiyorum ama kesin calarim gelip dedim. Ayiplamadi!?!  Cunku Caz calan bir muzisyen demek Standart calmasi sart olan muzisyen demek degil burada! Eger cani isterse calmak, calabilir olmasi gereken insan demek. Bir rahatlik oluyor tabii insanda. Oh be!


Bu da hikayenin sonu: Bana dedi ki yaninda CD var mi? 'Eeee... Yok kem kum ben aslinda bir seyler almaya gelmistim' dedim. Yillar once Charles Lloyd bana bir konusmasinin ortasinda durup 'sen besteci misin? yaninda muzik var mi?' demisti. Calacakti yani olsa, basbayagi nota istedi. 'Yok' dedim. 'Evin yakin mi gidip getirsen?' dedi. Ben sok oldum! Yani ben muzikleri getirecek olsam orada oturup bekleyecek cidden. Sonra bana 'al sana ilk ders iste her zaman yaninda muziklerini tasiman gerekir' dedi. Ama ben ders alamayan birisiyim galiba kolay kolay! Marcello bu anektodu bilmeden bana 'benim yanimda ama iste cunkuuu ben profesyonel bir insanim' dedi. CD'lerini imzaladi ve verdi. Hazirdi yani. 'I hope you enjoy and let me know what you think' dedi. Ben de sistim!

Monday, September 12, 2011

Hi. I am the Resident Scholar.

Studioso Residente

 Bugun Donne in Musica’da Resident Scholar olarak [Turkce’ye cevirince ‘Yerlesik Bilgin’ oluyor :) ] resmen calismaya basladim. Ilk yapmami istedikleri sey International Encyclopedia of Women Composers’dan Turk kadin bestecileri bulup organizasyonda arsivlemek. Aslinda bir data olusturmami istiyorlar ozellikle yasayan kadin muzik yaraticilari uzerine ama once eskilerden baslamak sistemi kurmak icin iyi olur diye dusunduk. Cunku yasayanlarin cogunu ben sahsen zaten taniyorum. Data toplamak sorun olmayacak diye dusunuyorum. 
Neyse N harfine kadar geldigimde ansiklopedide buldugum datalar sunlar simdilik:
Hanim, Durri Nigar b.1840
Hanim, Leyla (Saz) b. Istanbul 1850 – 1936
Hanim, Tanburi Faize b. Istanbl 1894 – 1959 (p. 300)
Kalfa, Dilhayat b. 1710-1780. (p. 358)
Kip, Yuksel b. 1937 (p. 375)
Kokdes, Neveser b. 1904 – 1962. (p. 380)
Koptagel, Yuksel b. 1931 (p. 381)

Simdi insan nasil merak etmez bu insanlarin yazdiklarini, dinlemek istemez? Ansiklopedi 1987 yilinda 2. Baskisini yapmis. Ustelik de eski yani, cok eski. Yuksel Koptagel’in eserleri Oda Muzigi, Piano (cocuklar icin de yazmis), Vokal, Gruplanamayanlar olarak liste liste yazili. Bir kez benim de konusmaci olarak davet edildigim - 2005 sanirim - 8 Mart kadinlar gunu yuvarlak masa toplantisinda kendisine denk gelmistim. O da konusmustu. Cemal Resit Rey’in kendisine ‘kiz gibi calma’ dedigini ve hakli oldugunu iddia etmisti! Ben icerlemistim tabii, ayni seyi duydugumda Amerika’da ne kadar bozuldugumu hep soylerim sagda solda. Ayip yani o ne demek diye, kufur gibi cik cik… Neyse ama sonra eserlerinden birini Istanbul Devlet Senfoni Orkestrasi calmisti (nasil olduysa?!) ayni toplantinin arkasindan, harika bir eserdi hatirliyorum. Ne acayip bunlarin hic programa konulmuyor olmasi. Yani sizce de acayip degil mi? Neyse degil diyorsaniz da farketmez. Bir seyler degisecek artik. Burada 20 ulkeden kadin besteci ile 2 gun sabah aksam bunu konustuk. Avrupa birliginden gecmis bir yasa var esitlik ilkesi dogrultusunda, Muzik ve Muzisyenleri kapsayan, daha cok onun uygulamaya konulmasi uzerine tartilisildi. Turkiye’nin data toplama isleminin oncelige alinmasi konusuldu, ben buradayken de iste boylece uygulamaya konulmus oldu. Bugun basladim iste. Internet baglantim oldugunda gecen ay Turk kadin bestecilere yapmis oldugum e-mail cagrisini yenileyecegim. Sadece 3 geri donus oldu cunku. Son derece az!

Yasasin yeni evliler!
Tabii ote yandan bizim icin daha baska konular var. Farkinda misiniz bilmiyorum bir cesit kadin ayaklanmasi soz konusu Turkiye’de. Olduruluyor kadinlar, dayak yiyorlar ama buna ragmen artik itiraz ediyorlar, devletten yardim istiyor, korunma talep ediyorlar v.s… Korkmuyorlar. Ayse Pasali’dan sonra sanki degisti kadinlar. Alabiliyor mu cevap korunma talebine biliyoruz cevabini ama, Medya uzerine gidiyor. Gitmiyordu yani umurunda olmuyordu kimsenin. Ben erkek arkadasindan, babasindan, kocasindan dayak yemis arkadaslarimi duyunca inanamamistim. Oluyor iste aman ne yapalim ya, diyememistim. Onlar da demiyor artik. Eski kocasinin bir kadini gelip oldurmesi ne demektir? Gercekten. Yani adamla ayrilmislar artik bitmis gitmis. Bu nasil bir sahiplenmedir, nasil hastalikli bir durumdur? Nasil bir korkudur ki oldurursun, yok edersin? Ben simdi burada bu kadar uzaktan sinirleniyorum tabii biz daha ne konusuyoruz, avrupa birligi kadinlarin muzikte gorunurlulugu uzerine kanun cikariyor. Ben de diyorum ki once kadin var mi onun farkinda mi bu toplum ona bakmak lazim. Tabii bir de acaba muzisyen var mi onun farkinda mi bu toplum diye de sorulabilir. Onun cevabini da Ediz (Hafizoglu)’in Drum Bass dergisi ile baslatmis oldugu ‘Enstrumanima dokunma’ kampanyasinda gorduk iste yeniden ve bir kez daha. Adam diyor orada gazete haberinin altinda acik acik, ‘ne lan ben sizin aletleriniz ucakta tasinacak diye  bavulumu koyacak yer mi bulamayacagim?’.  Ben de ona diyorum ki, ‘Ne lan, sen bavulunu ucak kabininde  tasiyacaksin diye ben enstrumanimi mi tasiyamayacagim? Kirilmasina goz mu yumacagim?’ Oldu mu? Oldu oldu. Guzel oldu!

Once insan haklari. Basitce var olma hakki. O kadar.

En'ler.



Soylenenler, soylenmeyenler, soyledim zannedilenler, soylenildiginde bile soylenmeyenler, soylenmeler, soylenceler... 
Soylenenler, soylenen, soylen... soyle. 
Soyle soyle sen en iyisi soyle.

Thursday, September 8, 2011

Terminal One. Meeting Point.

Insanlar birden Italyanca konusmaya basladilar =)  Roma'da Finlandiya'li bir Muzikolog ile bulusup bundan sonra 3 ay boyunca aslen yasayacagim sehire gitmeyi umuyorum. Fiuggi. Gelip alacaklar bizi buradan. Yani umarim =) Soz konusu Italyan'lar olunca insan hep biraz huzursuz oluyor. Italyan arabasi gibi, her an yolda kalabilirsin hissiyle bir Tipo kullanmistim zamaninda arkadaslarim bilir. Cok yolda kalmisligim vardir onunla. Amerikanlarin bitmek tukenmek bilmeyen sakalari vardir FIAT kisaltmasinin aslinda ne demek oldugu ile ilgili. Mesela:
Q. What does FIAT stand for?
A. Frenzied Italian At Traffic-lights.

Burada uc ay icinde Italyanlar ile insanlarin her soyledigini soyledikleri zaman yapmadiklari deneyimini defalarca yasaya yasaya insanlari ciddiye alma aliskanligimin torpulecegini umuyorum. Ote yandan birden kendime 'Good Luck' demek istedim, yani Turkiye'de olmadiysa burada mi olacak? Benim icin artik cok gec sanirim. 


Mesela 2004 senesinde (2005 de olabilir) Donne in Musica 'Donne in Jazz' festivaline Piyano eserlerimi koydu. Amerikali harika bir Piyanist, Roma'da 'Combined Piano Pieces' caldi. Defalarca gelmek istedigimi soyledim. Tabii tabii dediler. En az on kez e-maillestik. Sonunda bana konser cok guzel gecti tesekkur ederiz diye e-mail geldi! Guler misin aglar misin?


Yarindan itibaren is basi. WIMUST'in ilk toplantisi 3 gunluk bir konferansa donustu. 3 senelik bir proje bu sonucta. Ne yapilacak edilecek konusulacak hep beraber. Enteresan olacak benim icin bir suru ulkeden gelen kadin muzisyen/arastirmaci ile bir arada bulunmak, fikirlerini deneyimlerini duymak. 


Bir de henuz burada yasayacagim fikrine alisamadim sanirim. Bende boyle olaylari bir gec idrak etme hali olusuyor bazen. Mesela mevsimlerle ilgili sikintim var her zaman. Kis gelir bende daha corap yok, acik ayakkabi! Yaz gelir deri ceketler filan. 


Buraya gelirken havaalaninda once laptop'umu para cektigim atm'nin onunde sonra pasaportumu gloria jeans'de unuttum. Laptopu biraktigim yerde bulduk. Ama cok telaslandik! Pasaportumu zaten ben birakmis gidiyordum benden daha unutkan olan hatirlatti! Zaten olmasaydi orada ben ne yapardim bilemiyorum. Kafa bir acayip daginikti. Sebeplerim var tabii kendime gore. Kendi kendime... 


Birazdan Amerikali birisi beni almaya gelecekmis. Patricia aradi ismini soyledi ama ben unuttum!

Tuesday, August 30, 2011

Morpheus

Μορφεύς), the son of Sleep, and the god of dreams. The name signifies the fashioner or moulder, because he shaped or formed the dreams which appeared to the sleeper. (Ov. Met. 11.635; Hirt, Mythol. Bilderb. p. 199.)



Downright tired in this winter white
Though my best sleep is dressed in black
Ample hours to dream, still I lack
Repose, and wander through the night

A drink or two, blackjack straight through
Till dawn, ever unrequited love
Nothing brings peace, Heaven above
Send Morpheus to me, for I am due

Will you sing softly? Will you keep
Watch as the light begins to wane?
Steadfast and sweet, will you remain
God of my dreams, and let me sleep?


Saturday, August 27, 2011

Insan beyni. Sakaci.

Son bir aydir belki de her sabah 7.04'te uyaniyorum. Alarm kurar gibi. Kalkiyorum saate bakiyorum 07.04! Acaba ne olmustu diye merak ediyorum gecmiste bu zamanlarda. Nedir? Oyle bir uyaniyorum ki sanki bavul yapip bir yere gidecegim... Cay yapip okula gidecegim... Aceleyle bir muzik yetistirmek icin calismaya baslayacagim... Nedir? Nedir?

Sabahlari cok taze oluyor hava sonbahar'a dogru. Bulutlar var gokyuzunde gri'den beyaz. Anlayinca bir sebebi yok uyanmanin basliyorum beklemeye bir sure. Bekliyorum bir sey olacakmis gibi. Olmuyor. Peki madem diyip yatiyorum yeniden bir sure, bir kac saat daha uykuya. Peki. Madem.

Aklimda da U2'nun eski bir sarkisinin nakarati var bu sabah:

Sunday, August 21, 2011

What up?

Dun Caddebostan'a gittik. Gunduz sicak, ortuler, cim ustu yayildik. Dinlendik muhabbet ettik... Hatta ben seneler seneler sonra ilk defa bisiklete bindim. Tabii ona binmek denirse... Guzel vakit gecirdik, sakin. Yaz'in son gunleri oldugu gunesin acisindan, aksama dogru degisen renginden, havanin kokusundan, etraftaki sari yapraklardan kendini belli ediyor artik. Sonbahar geliyor net hissediliyor.

Caddebostan sahil'de takilabilmek icin arabayi Migros'un arkasindaki otopark'a birakirsin. Bilen bilir. Biz de arabayi oraya park etmistik. Dun aksam, sahilden sonra hava kararmadan cadde'ye yemege gittik. Plan iftar saatinde arabaya binip hizla acik kopruden Avrupa tarafinda gecmek, eve gelmek. Yemekten sonra otoparka bir geldik ki arabamin arkasina onune arac parketmisler. Bayagi ortada kalmis gariban. Ben boyle zamanlarda genellikle cok sinirlenirim. Yani kim sinirlenmez? Bu sefer bende bir sakinlik... Herhalde gunun sakinliginin yansimasi. Orada genc bir cocuk dolaniyordu esofmanli benim arabayi gorunce sivisti. Daha kucuk bir cocuk 11-12 yaslarinda (ayni esofmandan giymis - takim bunlar belli) 'abla ben oraya park etmeyin dedim dinlemediler' dedi. 'Bunlari seni mi parkettiriyorsun buraya?' dedim. 'Ben yardimci oluyorum' dedi. O ne demekse? Oyle bir vasfi, gorevi yok bu cocugun tabii. Kornaya bastim, bekledik falan kimse gelip gitmiyor. Yaslica bir kadin ve daha da yasli annesi geciyordu yanimdan. Dediler ki gecen gun bizim de basimiza geldi ayni olay, cevredeki genc arkadaslardan rica ettik yolu tikayan arabayi tutup cekip kenara koydular biz de cikabildik boylece! 'Haydaa' dedim icimden olaya bak. Hatta yok daha neler! Sonra hemen benim arabamin yaninda baska bir arabanin icinden bir adam cikti. Megerse tum olanlari gormus. Neyse uzatmayayim, o sirada bir grup genc arkadas (aynen kadinin dedigi gibi) ellerinde basket topu cikageldiler. Adam seslendi 'gencler bir yardimci olur musunuz su yolu tikayan arabayi el birligiyle kaldiralim? Bu arabayi da kaldigi yerden cikartalim'. Onlar da tabii olur abi filan... kaldirip cektiler arabayi kenara, benimkinin de kicini duzelttiler kaldirip, cikabileyim diye, onunkini cek bununkini cek, saga sola derken cikabildim ben. Tesekkur ettim hepsine. El salladim sonra dogru evime geldim. Aradan resmen arabami cekip aldik el yordamiyla =)

Simdi sorarim dunyanin neresinde iki gerizakali (http://selengulun.blogspot.com/2010/04/sehir-hayat-geri-zekallar.html) gelip arabani ortada birakacak sekilde onune arkasina park eder? Ote yandan dunyanin neresinde 'arkadaslar ya bir yardim edin de...' diye baslayan bir cumle kurup o insanlari arabani kaldirarak cekmeye ikna edebilirsin? Dilema.