Wednesday, February 29, 2012

Yok yok, tesekkur ederim!

Surekli bir kaziklanacakmisiz hissi ile yasadigimiz sehir hayati... Surekli gereksiz bir paranoya. Basit bir tamirci yardimi alirken bile 'birakin saatinizi biz bakalim sonra size haber verelim' delikanli edebiyati. 


DVD calarimi tamire verdim gecen gun. Sony tamircisi adam, Etiler'de. "Biz bakalim sizi arariz" dedi. "Tamam" dedim "ne zaman ararsiniz?". Adam sasirdi ve dedi ki "3 veya 5 gun". Bu hangi zamana gore bir tariftir mesela. Masal zamanina gore mi? 3-5 gun dedigi adamin bir insan hayati. Sordum adama bana bagira bagira anlatti, sagir misim gibi?! Kar yagarsa diye oyle diyoruz filan dedi(!). Kimse kimseye guvence vermiyorsa durup dururken neden guvenmemiz gerekiyor bizim insanlara? Hic mi hic anlamiyorum. Ben bunu is yaparken, hele arkadaslarla is yaparken guvenilecek bir sey olarak yasamadim simdiye kadar. 3-5 gun, 3-5 ay, bir cesit hikaye! Ta seneler seneler once ben Istanbul Universitesi'nde Isletme ogrencisiyken Denetim dersi hocamiz "Turkiye'de kimse kagit ustu anlasmali alisverisi sevmez. Bu ulkede, o yuzden sirketleri denetleyemezsin kolay kolay" buyurmustu. "En iyisi siz her parali islem icin kagit isteyin, kendiniz de verin" diye eklemisti. "Sozlu anlasma yapmayin" kisacasi. Ama burasi tamam abi yapariz ederizler ulkesi. Annemler tum apartmanca giris zillerini yaptirtmak istediler gecen sene. Adam yapacagim abla yarin ondan sonraki gun diye parasini aldigi is icin oyaladigindan herkesi, her ziyaretimde kapidan telefonla aradigim annem cama cikip bana asagiya anahtar atti. Sekiz ay filan surdu bu durum. Bir keresinde telefonumun sarji bitmis diye asagidan "anneeeee....' diye bagirmama ragmen sesimi duymadiklari icin evde olduklarini bildigim halde gorusemeden kapidan dondum. Annem cok sabirli birisi oldugundan adamla konusa konusa borcunu odemeye ikna etmis taksitle de simdi artik yeni zilleri var. Tabii ki baskasi yapti.


Ayrica sana gelip tamam abla yarin yapacagim soz diyen adama 'sozlu anlasma kurallari cercevesinde' guvenmezsen alinirlar. En tahammul edemedigim durum da bu. Bu ulkede adam senin isini aksattigi, turlu rezillikler yasattigi halde ona guvenmedigini anlarsa cok bozulur, alinir. Hepsi cok hassas!


Hep aile iliskisi yuzunden oluyor bunlar. Hepimiz, tum Turkiye'liler akrabayiz ya; dayilar, teyzeler, ablalar, yengeler, amcalar, dedeler... 


p.s. Gitmeden saatini Besiktas'tan tamirden almayi unutma!!!

Sunday, February 19, 2012

Her gidişin bir dönüşü...



Heaven is part of you
That never dies or fades away, just sometimes
is forgotten
When the rainy season is too long

As long as there is a voyage away
There's always a journey back 

....

Uzun zamandir ne zaman yola cikacak olsam bu sarkiyi dinliyorum (Rebekka Bakken). Alinti yapip durdugum sarki bu. Fakat benim 'yola cikmalarim' geri donuslu. Kucukken biz ailecek yola cikardik. Rutin. Hep anlattigim hikayeler. Icimde hep ayni heyecanla yasadigim, cocuk. Babamin camindan kafami uzattigim anlar, kopeklerin burnunu uzatmasi gibi. Yuzume carpan ruzgar. Hep babamin arkasina oturmam gerekirdi, cunku orasi benim yerimdi. Uzatirdim kafami pencere araligindan ruzgara... Yola... Sonra benim hep midem bulanirdi, annem gibi. Biz emedur icerdik bazen ve bazen ben cok hastalanirdim ama yola cikmak isterdim. Hastalanmak istemezdim. Cogunukla geri donerken daha kotu olurdum. Hareket hastaligim (motion sickness) varmis demek ki o zaman, hala da var. Ama bir yere gitme istegimi durdur(a)miyor motion sickness. 

Berlin Sokakları Subat 2012
Ben sıkılınca buradan gidiyorum. Donmek uzere. Oradan bakiyorum. Sonra donup buradan bakiyorum. Bazen tutmuyor resimler. Duruyorum biraz, sonra yine gidip bakiyorum. Cunku biliyorum buradan bakinca hep insan kuculuyor da kuculuyor. Kuculup ufacik oluyor. Gitmem gerekiyor oraya. 2 gun de olur, 3 gun de.. 2 ay da olur, 3 ay da. Ama donerim. Dondugumu donecegimi bilirim.


Subat aylari bizim aile icin biraz karanlik. Giden hep ayni zamanlarda gidiyor. 

Anneannem yok oluyor yavas yavas bu aralar. Kolon kanseri gormusler, erkenden giden teyzelerimden biri gibi. Ben Italya'daydim. Sonra ilerledi hastalığı New York'taydim, Çok kotu olduğunda Berlin'deydim. Işim biter bitmez geldim. Hastaneye gittim hemen. Anneannemi gordum. Kafam karisti, yeniden. Oturdum dusundum. Insanin onuruyla yaslanmasi  guzel olabilir diye. Yaşlanmak yaşlanabilmek guzel bir sey. Olgunlasamadan yaşlanan arkadaslarim var, goruyorum, uzuluyorum. Kafam karisti cunku goruyorum, bir yerde birakmak lazim ama nerede? 


Bizim aile birbirine bagli bir aile sayilir. Herkes birbirini uzaktan da olsa kollar, yoklar, bir araya gelinmeye calisilir. Erken yasta kaybettiklerimiz var. Ailenin kadinlarinin bazilari yaslanamadan gitti. Hastalandilar. Kalpten filan pit diye gidemediler, zor ve mesakatli oldu gitmeleri. Arkadaslarim gitti kanserden, hastalandilar, canlari acidi, ve gittiler. Benim de çok canım acıdı bu sebeplerden. Anneannem savasiyor, belli ki hemen teslim olmak istemiyor. 86 yasinda simdi. Saclarini gecen seneye kadar siyaha boyardi, yastan asla konusmazdi ve her zaman bakimli, akilli ve yaratici bir kadindi. Yalniz yasar, yanina kimseyi istemez, bagimsizligina muthis duskun (hmm...). Biz onun yasliligini gormedik, bilmedik. Gostermedi, konusmadi, 'ah suram buram agriyo evladim' diye anlatmadi. Telefon acip bana muhabbet ederdi daha 5-6 ay oncesine kadar, oyle havadan sudan degil, hayat memat meselelerinden. Akil verirdi, hal hatir sorardi. Kucukken biz uyumus numarasi yapardik evinde biraksin annemler bizi diye ablamla. O kadar cok eglenirdik kendisi ile. Masallar yazar anlatirdi. Anneannem tum torunlarina (7 tane) esit davranan birisidir, kimseyi kayirmadan. Soyledigi seyleri yazarim hep. En karanlik olayi bile kendine gore mizahi bir dille anlatan sozler bulur, hic bir yerde duyamayacaginiz. Komik kadindir vesselam. Komik kadin olmak hakkinda da bir suru dusunmeme sebep oldu bu aralar kendisi. Bu konuda muhakkak bir ara yazmam gerek.


Yaşlanmayı bilmek ogrenmek lazim galiba. Bir yerde birakmak lazim, ama nerede? Cunku boylesi cok zor. Donemeyecegini bilerek gitmek. Gidememek. 


Kuzenim Asli'nin muhtesem oglu Kaan gecen gun annesine 'anne, yasamak cok guzel. ben hic gitmek istemiyorum buradan' demis. Kendisi 2 gun once alti yasina basti :) 


Her neyse. I still love................






Friday, February 10, 2012

TK 1726 – Berlin’den Istanbul’a.


Istanbul'da evimin manzarisi 2 saat icinde boyle oldu!
Istanbul 0 derece ve karli dedi simdi kaptan. Berlin’de -17’lerde o kadar dondum ki herhalde usumem artik Istanbul’a vardigimizda. New York hic bu kadar soguk olamamisti. Berlin’de aldigim ilk nefes sok etkisi yaratmisti o sebepten, -14’te.


Berlin Tegel havaalanina taksi ile gittim. Gelirken 36 Euro tutan yol giderken 26 Euro tuttu. Giderken ki taksi soforu Irak’liydi, donerken ki Alman.
Tegel’i seviyorum. Cok kolay bir havaalani. Check in’de cok uzun bir kuyruk vardi. Tamirane’den Kerim’i gordum kuyrukta ‘eve donmek istiyorum artik’ dedim! :) Cok komik oldu. Guvenlik insani bunaltmiyor. Ucaga binmeden once pasaporttan gecip oyle hemen onunden guvenlikten geciyorsun. Herkes cok kibar. Kimse potansiyel terorist muamelesi yapmiyor.


Menum az laktozlu yemek olmaliydi. Genellikle ya vejeteryan ya da az laktozlu. Miles & Smiles uyesi olmanin ayricaliklarindan (zirt!) birisi yemegini secebilmek. O yuzden THY ile ucmak iyi oluyor, hem mil biriksin hem de sistem biliyor yemegin etli butlu olmasin. Bu sefer nedendir bilmem ozel yemek yokmus. Ayricaliklar dunyasina bay bay. Makarnaya talim. 


Arkamda gercek bir okuz oturuyor. Dokunmatik bir ekran koymus THY ama uzaktan kumanda ile de kullaniliyor. Surekli ekrana vurarak rahatszilik veriyor. Kendisine soylemeye calistim olmadi. Hostes mudahele etti de durdu. Ne acayip insanlar var.
The Star and the Sea diye Cinli besteci Xian Xinghai’nin hayat hikayesini anlatan bir film seyredeyim dedim. O kadar kotuydu ki bitiremedim. Big band theory seyrettim, bu episode da kotuydu. Alan Hampton dinlemeye devam ettim. Biraz icimi burkuyor, ozlem duyuyorum.


Ekin ile Brooklyn’de yururken kitaplar bulmustuk, birisi disariya koymus isteyen alsin diye. Biz de sectik uc tane sevindik kitap bulduk diye. Ben bu komik kitabi aldim, George and Weedon Grossmith, The Diary of a Nobody. Gercekten cok eglenceli bir kitap. Kim koymussa sokaga sagolsun. Tam yolluk. Kikir kikir okuyorum.
Alan Hampton – The moving sidewalk albumu aliskanlik yapti.

Staring at the sun again
How will always burns my eyes
Seems that I have been warm since I was a little child
It still gives me piece of mind.
Chasing after birds again
Seems to be a waist of time
After all these tries I still couldn’t figure out
How to catch them when they fly
And I want to know
That I can say no.

Yakinda evde olacagim. Icim buruk. Yine. Bir yandan da sevinc doluyum. Yeniden. 
09/02/2012
Polonya ustu civarlari.

Tuesday, February 7, 2012

Flight Number UA 96


New York’tan Berlin’e... Ucagim neredeyse saatinde kalkti. Ucak saati 17.57’ydi! Sanirim 10 dakikalik bir gecikme oldu. Uzun zamandir uctugum en iyi gecikme zamani. Son gunler stresliydi biraz. Ekin ev bulabilecek mi? Ben muzikleri bitirebilecek miyim derken son hafta vizirt diye gecti. Newark’tandi ucagim. Ucuz olsun ama tek ucus olsun diye aldigim icin bileti Newark’tan ucmak sorun olmaz diye dusundum. Aslinda mantikli bir zamanda geldik havaalanina. Evden bir bucuk saat filan surdu herhalde. Fakat aciktik yolda. Insan bir kadeh sarap iceriz  muhabbet ederiz diye dusunuyor yola cikmadan. Newark C Terminalinde hic yemek yenecek bir yer yok! Continental ve United Airlines ucaklari C Terminalinden kalkiyor ama  kahve icecek bir yer bile yok. Bari para cekeyim dedim ATM’den paranin hatiri sayilir bir kismi makinede sikisip kaldi alamadim. Yarisini alabildim. Chase bankasinin makinasi. Paranin cekilebilme zamani 3 sn filan. Ditdit ediyor kapagi aciliyor ve kapaniyor. Chase’I aramaya calistim kart no’su istiyor. Kendi bankami arayayim dedim 15 senedir kullandigim telefon bankaciligi sifreme olmaz bu diyor. 15 dakika icinde pasaporttan gecip kapiya gitmem lazim. Para oyle kaldi. Ben de sinir icinde kaldim. Maki ile de dogru duzgun vedalasamadan ucaga bindim. Tam kapinin karsisindaki sacma sapan yerden sandvic aldim su aldim ve 8 saatlik yolculuga aptal gibi hissederek cikmam gerekti. Cok icerledim bu duruma! Sanki Chase’in benim parama ihtiyaci vardi. Bilmem bu durum hallolur mu? Ama soz konusu olan bankalar olunca cok inanmiyor insan konunun zaten hallolacagina.

Continental/UA’da yemekler korkunc. Havaalaninda 3 kilo fazlam icin (bavuldaki =) 200 USD almak istediler. Cikartip sirt cantama koymam gerekti. Cok uzun zamandir 2-3 kiloya kimse bir sey dememisti. Insanlar da kibar degillerdi. Hala boyle seyler beklemek de baska turlu bir saflik herhalde. Ozellikle New York’da.
Yanimdaki kadin gercek bir Amerika’li. Yolda cok bunaldi. Her goz temasinda konusmaya calisti. Disinin dolgusunun dustugunu bile anlatti! Ben kaydetmek uzere NY’ta yazmaya basladigim ve kayit edilecek diye Berlin’e yola ciktigim TRE eserinin 8. Bolumunu UA 96’da yazdim. Caprazimda bir Alto Sax’cu vardi. Yol boyu goz ucu ile yazdiklarimi kesti. Hala kulaginda kulaklik var. Bindigimizde kulaklik takti. Kolunda saat gibi Ipod Nano var. Kimse anlamadi kalkista da muzik dinledigini bu sebepten. Ben gerildim biraz farkedince. Ben de aldim o Ipod kayislarindan NY’tan cicekli (J ) ama ucak’ta ucak kalkarken kullanmam herhalde! Ucakta bir de Cellist var, sanirim Turk. Yol boyunca aslinda eserin yarisini prova edebilirdik.

Berlin cok soguk diyorlar. NY’ta pek usumedim. Bakalim Berlin sogugu beni karsilayacak mi? TRE yolda geliyor.

01/02/2012
Irlanda ustunde...