Tuesday, December 31, 2013

2013'te neler oldu a dostlar?

"Cok sey oldu" dedikten sonra nokta koymak isterdim yaziya. Ama olmuyor olamiyor dostlarim. Illa anlatacagim da anlatacagim...

Ocak ayi cok hizli basladi.  11 Ocak Cafe Mitanni'de Demirhan Baylan ve Cengiz Baysal ile Trio ve arkasindan Blue Band. Provalar arka arkaya ve 17 Ocak'ta Borusan Muzik Evi'nde Blue Band'in konseri oldu. Provalar problemsiz konser nispeten problemli oldu ama sonuc hepimiz icin tatminkar olabildi. Turkiye'nin en iyi muzisyenlerinden bir grup olusturduk benim yazili cizili muzikleri calabilmek icin, kolay muzikler de degil, cok okumak var bir suru kolektif dogaclama. Hepimiz sonuctan memnun kaldigimiz icin de bir sonraki albumumu Blue Band icin kaydetmeye karar verdim. Boylece beni takip edenleri iyice cildirtabilirim diye dusundum. Neredeyse pop'a yakin Baska albumumden sonra boyle swing'li kafa goz yarmali jazz combo ensemble muzikleri. Beni takip edip dinleyene kolayliklar dilerim :) (ayrica tesekkurler)

Blue band soyle bir sey:


Arkasindan 24 Ocak "I Sing" Nublu konseri, Quintet ve 26 Ocak'ta dogum gunum'de super kadinlar Ceylan Ertem, Senay Lambaoglu, Sibel Gursoy, Ece Goksu'nun da bizimle cikip sarkilarini soyledigi, Ediz Hafizoglu ve Alp Ersonmez ile caldigimiz Kadinlar Matinesi konserini caldik Alt'ta. Cok eglendik hep birlikte.


19 Subat, album tanitim konseri ekibin ilk konseri Elif'li
Album kaydi hala bitmemisti. Ben vokalleri yapmaya basladim ayni zamanlarda. Kesinlikle en zorlandigim sey sarki soylemek onumde Piyano olmadan! Ve ne oldu? 2 Subat'ta Roma'ya album kayidina gitmeyi unuttum. Baya aklimdan silindi!! Soyle bir telefon konusmasi gecti Marcello Allulli ile aramizda, "Selencim unuttun galiba bizim bugun kayidimiz vardi Roma'da olman gerekiyordu"! Hiiii..... Hemen Mart'a en uygun zamanlari ne zamansa bilet aldim. Ozurler diledim. Neyse ki karsimdaki insanlar Italiano! Hatta Mart daha iyi olur o zaman gel sana da cok acayip bir surprizimiz olacak muhakkak 16'sinda burada olacak sekilde ayarlanalim dedi. Tamam ayarlandik. 19 Subat'ta SalonIKSV album lansmani vardi elbette kayitlar yetisti ama MIX uzadigi icin album yetismedi. Ben kafamdaki "Baska" ekibini kurdum ama ve konsere ilk defa son 11 aydir surekli caldigim ekip Serhan Erkol, Tamer Temel (saksafonlar), Demirhan Baylan (elektrik bas) ve Cengiz Baysal (davul) ile ciktik. Iki parcada da Ediz Hafizoglu ki albumun yedi parcasinda imzasi var, eklendi geldi caldi. Elif Caglar Muslu cikip benimle Your Star soyledi. Kalabalik ve heyecanli bir konser oldu. Ilk izlenimler albumle ilgili cok iyiydi. Elestriler de iyi yazildi. Sevindik ve ben cesartelendim!

Fruitful'dan bir an:


Bu arada Subat'ta cokca Cafe Mitanni'de Just About Jazz ruhunu yasatmaya calisan konserler caldim. Caz calmayi ozlemeye baslamistim. Albumun kapak fotograflarini Sapanca'da Volga Yildiz cekti, Ediz'in sirketi Lin Records'dan da basmaya karar verdik albumu. Ismini de "Baska" koydum!

Mart'in en onemli meselesi 14-17 Mart arasi Roma'ya kacirdigim kayitlari yapmaya gitmek oldu. Ama kayitlar elbette bitemedi. Cunku Marcello'nun evi Roma'li caz muzisyenlerinin kahvesi gibi. Her an biri gelip yemek yapiyor, kahve yapiyor v.s. Ben vardigimda zaten kocaman bir ekip mutfakta yemek yapiyordu. Aa icelim yiyelim derken aksam oldu. Ertesi gunu kayit sabahtan baslayalim dedi Lele, kahvalti uzun surdu o sirada benim gelmis oldugumu duyan Ermanno ve Francesco hadi biraz calalim diye geldi. Sonra oglen oldu ve yemek pisirildi, kahve icildi, pasta yenmeye gidildi falaaan da filan. Eninde sonunda kayida sadece baslayabildik. Haziran'da geldiginde bitiririz dediler! Ama Marcello'nun surprizi cok buyuktu gercekten. Arjantin'in en buyuk efsane karakterlerinden birisi Hebe De Bonafini ile tanistim. Plaza De Mayo olaylarinin bas kahramani. Bu konuyla ilgili yazmistim zaten. Tiklayarak ismine, okuyabilirsiniz. Istanbul'a geldim, mixler uzerinde Michael Nielsen ve Berk Kula ayri ayri parcalarla calisiyorlardi.
(Roma'da Ev'de session. Oh ne guzel caldik!)





Nisan "Baska"nin dogus zamani oldugu icin hareketli gecti. Mastering'ini New York'ta Emily Lazar, The Lodge'da yapti ve album Lin records'dan cikti. Album lansmanini da 2 Nisan'da o zamanlar ortagi oldugum Muzik Evi'nde kucuk bir grup insana yaptik. Cok yakin arkadaslarim ve sevdigim gazeteci yazar dostlari cagirdik ve canli bir mini konser caldik. Ceylan Ertem de 2 video yapti bize lansmandan ve fotograflari cekti. Sicacik bir lansman oldu. Sonrasi deli gibi kosusturmali oldu. 5 Nisan'da Kosova'ya Turk Caz Haftasi'na calmaya gittik. 12'si ve 20'sinde caldik arkaarkaya. 

Bu da cok sevgili ART voltage'in Kosova'daki konserimizden yaptigi kolaj video'yu ustune tiklayarak izleyebilirsiniz : BASKA Sonra 30 Nisan, International Jazz Days Unesco konserleri Istanbul'da yapildi. Caz Muzigi ve Kadin Muzisyenlik uzerine yuvarlak masa toplantisinda Turkiye'yi temsilen Berklee'den eski arkadasim Anat Cohen ve Keiko Matsui ile konustum. Heyecanli gecti. 


Sonra Mayis geldi! Ah o Mayis! Vah o Mayis! Tatli tatli konserler yapmaya baslamistik. Baska'yi caliyoruz ediyoruz. Hatta ben yine becerebildigim her zaman yaptigim gibi Kas'a kactim bu sefer Basak ve Ali Kazma ile. Yol cok guzeldi. Kas'ta oyle. Harika dinlendik vakit gecirdik. Sonra geldik Istanbul'a. Orada benim Twitter kullanmamla ilgili elestiriler vardi. Cok vakit aliyor, yaraticilik zamanindan yiyor etc.. Dogru aslinda belki ama benim savunmamda etrafimda olup bitenleri bilemezsem rahat edememek vardi hep. Bilmem lazim, anlamam lazim ki kendimi nereye konuslandirayim karar vereyim. Donusumuzde Istanbul'da yeterince gerginlik vardi zaten. Besiktas'ta otel, 3 cocuk meselesi, alkol yasasi, Besiktas iskelesine el koyma meselesi, kizlar uzerindeki baskilar, emek sinemasinin yikimi, inci pastanesi.. derken yasam alanimiz daraliyor! En sonunda Gezi olaylari patlak verdi. En basindan daldim olaylara Twitter'dan Taksim Gezi Dernegi takip ediyor oldugum icin. Sonrasi malum. Guzellikler, sevincler, acilar, agir uzuntuler, travmalar... Nedense bloga bu konuyla ilgili hic yazamadim. Dergilere gazetelere yazdim. Buraya kendi halimi yazacak halim kalmadi. Hal kalmadi. Bittik. Ama direndik inat ettik. Cok guzeldi. Kayiplara, kayiplarin yakinlarina cok uzuluyorum. Her gun kalbim bir yandan onlar icin carpiyor. Biz de derdimizi bir muzik video'su yaparak anlatmaya calistik. Baska da ne soylenir ki?



Korkunun Kralligi:


Haziran konserlerinin hepsini iptal ettim yazin da baska is almadim. Zaten Fiuggi'de WIMUST konferansina gidecektim oncesine de haytaliktan yarim kalmis kayidimizi bitirecektik Marce ve Lele ile Temmuz'da. Haziran'da o kadar karistik ki gidebilecegimden bile supheliydim. 29 Haziran'da Ferit Odman Ceyla Saka ile evlendi. Hep beraber Bodrum'da nikahta bulustuk. Biraz icmisiz! Ben elim kirik uyandim. Dustugumu hatirliyorum ama aci hatirlamiyorum. Ediz'le kahkahalarla guldugumuzu hatirliyorum! Ertesi gunu Tiyatro Medresesi'ne Felsefe Kampina katilacaktim. Gidemedim tabii Bodrum kalisimi uzattim. Oyle bir plan program var ki 3 gunluk Sirince kalisindan sonra bir otobus, 2 ucak, 1 tren Fiuggi'ye gitmem gerekiyor konferansa acilis konusmasini yapacagim. Ama elim sisiyor da sisiyor. Felsefe kampinda 3 gun elime ilaclar surerek durdum. Doktora gitmeden! El bu yani boru mu? Bizim icin en kiymetli sey. Ama Gezi direnisi esnasinda oyle acayip olaylar gordum ki sanirim bir tarafim sacma sapan incinmekten hosnuttu. Doktora gitmedim, Italya'ya gittim 12 saatlik bir yolculuk ile. Konferans Gezi olaylarini konusarak gecti. Orada buradaki olaylarda arkadaslarimi gozaltina aldilar. Kafayi yedim, orada olmak iyi gelmedi. Italya'nin en onemli gazetesi ANSA'ya roportaj verdim. Buradan okunabilir: 

Turkey: Selen Gulun, woman composer of music for uprisings






Roma'ya gectim. Kayitlar icin studyo kiralandigi icin ilk gun kirik elle (sag) caldim ama agri ve acidan kivranir bir haldeydim. 2. gun icin aksam yemeginde durumumu itiraf etmek zorunda kaldim. Allahtan elektronik bir proje ve baska alet edevat ile calarak vokalle filan istedigimiz parcalari bitirebildik. 







marcello, selen, lele


Gulun/deRaymondi/Allulli by selen gulun


pokut yaylasi, rize
Temmuz'un ortasi dondukten sonra artik doktora gitmem gerekti. Oncelikle oksurup duruyordum arkadaslarim fenalik gecirdi. Zorla sikayet ederek beni doktora yolladilar. Cigerlerimde tuhaf beyaz bulutlar goruldu. Neden acaba?! Sonra elimin kirik oldugunu gercekten ogrendikten sonra "bir sure calma" da dedikleri icin kendimi yollara vurdum arabayla! Izmir, Foca, yeniden Tiyatro Medresesi, Sirince, Kusadasi, Trabzon, Rize, Kackarlar, Saroz gezip durdum. Eylul'e kadar kizli erkekli tek yaptigim sey gezip gormek, yiyip icmek ve digerleri oldu :) Bu arada sezonun ilk konserleri gelmeye basladi. Eylul belli ki yogun gececek. Eh album cikmis oyle kalakalmis. Olmasi gereken de aslinda buydu!




tacuma electronic orchestra @ bunker


Eylul'un 2'sinde sezonu actik. Eylul'de ilk konserim Hayal Kahvesi'nde. Sonra Ulrich Drechsler, Patrick Zambonin ve Jorg Mikula (dream team) Cafe Mitanni konseri var. Ardindan biz Kas'a gidiyoruz Echo Bar'da 2 konser arka arkaya ve ben Torino'ya festivale ucuyorum solo calmaya Tacuma Electronic Orchestra ile. Oyle acayip yogun programim. Ay nasil yapacagim diye dertlenirken ne oldu? PR islerimi yuruten harika insan Sidika Goztok bir gece de kalp kirizi gecirip aramizdan ayrildi 3 Eylul'de. Sok! Acimiz korkunc. Hala atlatabildigimi soyleyemeyecegim. Bu 29 yasindaki guzellik, akil kupu, leb demeden leblebiyi anlayan insan... Cok cok erkendi. Ben sonra bu konserlerin hepsini caldim ama ne anladim? Bir bok anlamadim! Hic bir sey! Surekli aglayarak ve oradan oraya ucarak gecti tum Eylul ayim. Blog yazilarim hep siir, hep huzun. Torino konserleri hakkindaki detayli yazim suradan okunabilir:
Ucus Notlari: Balon Sehir


fotograf: daghan is
Ekim toparlanmaya calisarak gecti. Kayda deger tek konser Kibris'ta Lefkosa Surlarici Klasik jazz ve Dunya Muzikleri Festivali'nde Baska albumunu calmamiz oldu. Orada da cok hastalandim. Ekim ayini genellikle hasta geciririm zaten. Pek keyfini cikaramadim ama dostlarla olmak guzeldi. Bir guzellik de Sule Yigit ile heykel calismaya baslamam oldu. Beni en cok heyecanlandiran olaylardan birisi bu son zamanlarda. Duzenli calisiyoruz, vaktim oldukca atolyeye gidiyorum Kumbaraci yokusuna. 

Kasim'da eski ekip Isigin Yansimasi konserinde caldim The Mekan'da. Guzel bir konser oldu. O muzikleri calmayi ozlemisim. Cok baska bir his tabii Rock calmak. Cafe Mitanni konserleri ve Hayal Kahvesi'nde Kadinlar Matinesi konseri vardi. Bu sefer Basak Yavuz'un ve Sevval Sam'in da birer parcasini caldik. Onlar da bizimle sahneye ciktilar. Bayiliyorum kizlarin muziklerini calmaya. Gercekten bayiliyorum! 22 Kasim'da ise Karga'da caldik Demirhan ve Cengiz ile. Efsane bir konser oldu. Cok iciceydik, samimiydik. Dinleyenlere de ulasmis diye duydum, sevindim. O konser enerjimi yeniden bir sureligine toparlamama yetti ama uclarda bir yerde durdugumu hissediyordum. Mehmet Ulug'un da bu hayata veda edisi son nokta oldu. Ben biraz kayboldum, ayagim kaydi. 


27-29 Kasim ve 1 Aralik'ta Arter Sanat Galerisi'nin yeni gecici platformu Bahane icin Ses, dinleme ve dogaclama uzerine bir ucleme atolye calismasi yaptim. Cok heyecanlandigim bir calismaydi bu. 3 alt baslik da uzun zamandir konusmayi sevdigim konular uzerinden yeni arastirmalar yapmama ve paylasmama olanak taniyordu. Kalabalik oldu, ortalama 45-50 kisiye konustuk her seferinde. Fakat yine de sonuc cok istedigim gibi olamadi. Kafam muthis daginikti. Calismalar biter bitmez Berlin'e bilet aldim. Bir underground festival icin toplanti yapalim demisti arkadaslarim onu da aradan ckartalim dedik oradayken. Geri kalan kisitli zamanda da gezerim diye dusundum. Fakat ucak kalkamadi oralarda olan firtina yuzunden, hirs ettim ucagi iptal etmedim. Toplantiyi kacirdim ama yine de gittim ve iki bucuk gun deliler gibi gezdim, bir suru arkadasimi gordum, iki gece ustuste konserler izledim. Kafayi toplayip geldim. Kendi kendime de soz verdim. Bundan sonra cok uzun Turkiye sinirlari icinde kalmak yok! 


16 Aralik'ta Hayal Kahvesi'nde Baska konserini caldiktan sonra bir sure durmaya karar verdim. Blue Band'i kaydetmek istiyorum Mart 2014'te. Ona hazirlik yapmam gerekiyor kafamda. Ve toparlanmam gerekiyor. Turkiye gundemi ile o kadar hasir nesir oluyoruz ki aklimiz yerinde degil. Neronlarim benim isteklerim dogrultusunda calismiyor. Surekli savruk. Konsantre olmak istiyorum basaramiyorum. Insan iliskilerinden de yoruldum. Insanlarin birbirleriyle olan iliskileri de savruk, yamuk yumuk, guvensiz, sevgi yoksunu... Tum bu ortam icinde de nasil olacakti ki zaten? Menajerim Aydin Dorsay ile yollarimizi ayirdik. Murat Sezgi ile calismaya basladik. Her degisiklik de bir hayir vardir. Guzel bir enerji var aramizda, istedigim konserler, projeler var. Yapmak istememe sebep olan bir enerjisi var. Hosuma gidiyor, umutlaniyorum tum bu delilik icinde. 


Senelerle alip veremedigim yok benim. Yas almak, yasamak hosuma gidiyor. Kendimi uyusturmamaya calisiyorum (elimden geldigince). Hayatin kendisinin bir kafasi var zaten. Elbette cok zor oldugu zamanlar oluyor (keske bu kadar zor olmasa) ama zaten kim dedi ki kolay olacagini? Arada ufak tefek seyler hayal kurmami devam etmemi sagliyor. Mutlu olmak icin camin onunden bisikletli birisinin hizla gecmesi  yetti Berlin'de. Oyle uyandim yeniden aydinliga. Saka degil, bunu hissetmeyi unuttugumuz bir hayatimiz var. Ne muzik ne de uyusturucu, alkol insana boyle hissettirebiliyor. Gerceklik kafasi cok acayip!

Kim ne derse desin kayiplarimiz cok aciydi ama bir seylere uyandigimiz bir yil oldu 2013. Karanliklar cokmus uzerimize altinda kalakalmisiz gibi hissetmiyorum ben. Onlar hep oradaydi zaten.  Bir isik var, gorduk. Belki devrim o kadar da uzak degildir. Sadece birbirimizi farkliliklarimizla sevmeyi basarabilseydik, iyi olurdu. Gercekten bir sey dileyebilirsin deselerdi bunu dilemek isterdim tum samimiyetimle. 

not 1: Insanlar beni yordu bu sene itiraf ediyorum. Cekildiysem bir sebebi var. Guzellikler gelecek, yeni muzikler, belki kucuk heykeller... Sabirli olmak lazim :)

not 2: kizlar. hayatta sizden sadece talep eden, bir sey vermeyi, sizin icin bir sey yapmayi akil edemeyen sevgilileriniz varsa basin kicina tekmeyi!  yalniz kalmazsiniz ;) 

not 3: cok guzel roportajlar verdim, yazilar yazdim bu sene. bir kismini link'liyorum buraya:

Raife Polat'in Karga Mecmua icin yaptigi : 'Baska' Selen
Omur Sahin Keyif 'in Aksam gazetesi icin yaptigi: Tek Cikis Kapisi Umut
BirGun gazetesi'nin arsivlik Kizli Erkekli eki icin yazdigim: Bacimiz, ablamiz, yengemiz
Seda Pekcelen'in TimeOut icin yaptigi: Selen Gulun
Suzan Demir'in Taraf icin yaptigi: Selen'in cazi cok 'Baska'
Sarp Keskiner'in SanatAtak icin yaptigi: Saklayacak bir sey yok

not 4: baska dahil tum albumlerimi bandcamp'ten dinleyebilirsiniz. 

not 5: nahaber 2014? 



Thursday, December 12, 2013

Berlin'den notlar.

christmas markt alexander platz
Şehirde olunca yine zaman çok hızlı geçiyor. Hiç bir yerin zamanı
Fiuggi'ye benzemiyor. Ne iyi yapmışım da gitmişim "zamanı"nda. 

Şarabım, ekmeğim, kahvem ve peynirim güzel. Ufak şeylerle mutlu olabiliyorum hala. Kafanın iyi olması gerekmiyor önünden hızla geçen bir bisikletlinin o anda seni heyecanlandırması için. Buna sevin.

Bir şehrin metrosunun sarı renkli olması çok şey ifade ediyor. Her şey insan için. Senin kullandığın aletler ve hayatın arasına her türlü mesafe sokuluyor. Bunu bir düşün.






Çocuklar mutlu, sakin. Durakta inecekler diye seviniyorlar mesela. Durup dururken göz teması kurup kitlenip seni yemiyorlar. Kendi dünyaları var şimdiden. Bunun için kat etmek zorunda kaldığın yolları düşünüp dertlenme.

Caz ve çağdaş müzik dünyasına acil kadın müzisyen gerekiyor. Kesin bilgi!



B-flat Berlin'in en çok bilinen caz klübü. Ağzına kadar dolu cumartesi gecesi. Bir quintet çalıyor bu meraklı kitleye her müzik taklidin taklidinin taklidi. Süper sıkıcı. Sıkıcı müzik çok tatlı da çalınabilir aslında. Bunlar çalamıyor, ama herkes çok memnun kendinden , çirkinliğe varacak kadar havalı. Aynı cover çalmak gibi sonuçta bu kadar tanıdık bir sound çalmak. Ben jam session bekliyorum. Tek amacım çıkıp calmak! Zor duruyorum ama meğerse ara vermişlermiş! Sıkıntı, çalmak istiyorum.  Bir kadeh daha şarap söylüyorum. Ufak tefek bir kız vardı önümde o da yanıma oturuyor. Litvanya'dan Barbora! O da gelmiş almanya'da yaşanır mı diye New York'tan kendini kandırmaya çalışıyor ama henüz ikna olamamış. Yeni müziğe meraklı! Başlıyoruz konuşmaya. Grubu beğenmedim davulcu olmuyor diyor. Ben de diyorum ki klavyeci 70'lerde bile kullanılmayan iğrenç bir elektrik piyano sesi kullanıyor! Birbirimizden hoşlanıyoruz. Sahnede kadın yok heyecan yok diyor. Ben kemancı Barbora'yi o an bir seviye daha yükselip basbayağı seviyorum. Ama müziğe tahammül edemediğim için arkadaşlarımı alıp oradan uzuyorum. Herkes gidiyor olmaktan çok memnun, çalan müziği sevmemiş bir halde çıkıyoruz. Her zaman bira içilecek bir yer vardır. Barbora ile bit pazarına gideceğiz yarın. Daha önemlisi bence ileride proje yapacağız. Tek başına cumartesi gecesi koşarak b-flat'e gelmiş o saçma şişirilmiş müziği beğenmemiş NY'lu bir kadın benim takımımdan ailem sayılır. Buyursun gelsin!




Metrodayız. Sağım solum herkes metroda içiyor. Kimse olay çıkarmıyor. Birbirleri ile muhabbet ediyor veya kitap dergi okuyorlar. Moralim bozuluyor. Bizim için gelecek ne kadar gelecek?

Aklımın dibinde kalbimin köşesinde bir soru(n)? Peşinden buralara kadar geldiğim. O soruların peşinde dünyayı dolaştık zaten. İyi ki varlar.
















Çocuklar çatapat patlatıyor Kreuzberg'de! :)








pablo held trio @ a-trane
Brothers & sisters, ladies & gentleman, officially recognized, I am trying on the wrong side of the world. 
( Mama it is all your fault)
*Pablo Held Trio aklımı başımdan aldı!

Jonas Burgimwinkel davulcu. Müzisyen. Kalp. Heyecan. Gözümü kulağımı alamadım. Elimi kolumu nereye koyacağımı şaşırdım. Merhaba. 

Çalgısına müthiş hakim, kendisini o an'a bırakabilen, eğlenen, iletişim kurabilen, tüm algıları açık birisini (kızlı erkekli) müthiş seksi buluyorum. Öyle böyle değil! Zaafım var. Red kit ve Yul Bryner dışında (yaş sıralaması ile) :) hemen her zaman bu böyle oldu. Göndermenin sebepleri ortada: hakim ama kendini salabiliyor (zen), yumuşak veya sert çalabiliyor (dokunuş) ve o an'ın içine kendini bırakabiliyor (meditasyon, yok olma). Daha ne istersin ki? :) (çok memnun oldum jonas!)

A-trane güzel klüp sen de çal!

Müzik her şeyi yeniden yapılandırabiliyor. Müzik her şeyi bir anda silip atabiliyor. Müzik her şeyi olduğundan farklı gösterebliyor.

Pablo Held Trio çok geniş bir aralıkta çalıyor. Kuvvetliler ve hassaslar. Piyano Trio bir sanat formu. Dinlemek için emek sarfetmek gerekiyor, edebiyatını tanımak gerekiyor. Müziğin içine oturmak istedim bu gece, dışında kalmak zor geldi, içine girmek istedim. Bazen ama çok nadiren böyle olabiliyor. Etrafımda kimseyle bir süre konuşamayacak bir hale geldim. Sanırım kıskançlıktan (çatladım).
("Neden peki ben de.......?" diye) sorma!

Çal!

Kahve almayı unutma (mocca).

Dönüş paniği: Diktim ama hala ufak tefek kanamalar var. Onlar da kabuk bağlayacaktır. Her zaman geçer. Sakin ol!

Beklemekle ilgili bir büyü varsa benim üstümde, onu artık bozdurmak istiyorum. Tam Valizimi verecekken yürüyen bant bozuldu Tegel havaalaninda. Onlarca insan bekliyoruz. Yorgunum Berlin, yapma bana böyle. 

Tuesday, December 10, 2013

Dön


Gülümsediğin kadarıyla duruyorsun orada asılı
Baktığında yanlış yöne bakıyorsun.
Hepimizden önce gittin oraya biz nereye geleceğimizi bilemeden
Orada bizi bekledin,
Gelmedik.

Hep zamanda hata.
Zaman bize başka anlatıyor sana bambaşka
Bizim anladığımız bir ve iki
Sen sıfırdasın geri dönmüyorsun.

Dön dedi bana dünya dönüyor belki durabilirsin.
Kimsenin döndüğü yok orada yalnızsın.
Hiç gelmedi aklına dönmek.
Durmak da.

Geri dönüşün yok senin.

Ne anladın iki olduğumuzda
Hep karanlık.
Karanlığın içinde ses, seste bir gıcırtı, bir sıkıntı.
Şaşırmadın mı?

Bekleme orada üşürsün.
Kolay değil üşümek tek başına
İnsanlar birbirlerini öpüyorlardı sokakta
Dönünce öperim diye düşündün ama dönecek yerde biz varız.
Biz kimseyi öpemeyiz.

8.21pm


(TK 1724)
Berlin-istanbul arası Gökyüzü

Saturday, December 7, 2013

TK 1727 - deneme bir ki...

Öyle batıl inancım filan yoktur ama 7 rakamı hep biraz ters gelmiştir. Şans diyip kıvırıp geçelim.

Bu sefer uçamaz oldum. Uçmak hep biraz rahatsız bir şey zaten. Ben Amerika'dan kesin dönüş yaparken yanımda bir Amerikalı ve 35 değişik ebatta çanta, bavul, kutu, enstruman v.s. aktarmalı uçağımız Frankfurt'tan 2 saat uçtuktan sonra geri dönmeye karar vermişti! Düşünün saatlerdir uçuyorsunuz sadece 2 saat kalmış ayaklarını yere basmaya uçak arıza yapıyor bilmem kaç bin km havada, gidelim orada çözerizlik bir şey olmadığı için de geriye dönüyoruz. Uçakta hostesler birden ekstra tatlı insanlara dönüşüp ikrama başlamıştı. Mike'la birbirimize dönüp "eh buraya kadarmış" dediğimizi hatırlıyorum. Neyse o kadarcık değilmiş :)

Berlin uçuşum aslında dün akşamdı. Planım gece orada olmak sabah da Berlin'e uyanmaktı. Cuma sabahı önümüzde gerçekleşmesi ihtimal bir festival için bir iş toplantım var sonra arkadaşlarımla buluşacağım falan da filan. Fakat fırtına Xaver taşı gediğine koydu ve benim uçacağım saatlerde fırtınanın hızı saatte 140 km'yi bulunca Avrupa'nın o bölgesine bir sürü uçuş iptal oldu. Sonrası tanıdık Türkiye organizasyon harikası hikayeleri. Keşmekeş, kavga dövüş, bir takım terbiyesiz söylemler, itiş kakış... Almanlar öyle duruyor bu arada, ıslık çalıyor, muhabbet ediyorlar. Rahatlar, harika bir sakinlik. Ben kültürel olarak arada kalmış birisi olarak tabii ikisinden de biraz hallerde yere oturup sakinleşmesini bekledim ortamın. İnsanları bir sonraki günün uçaklarına bölüştürdüler. Beni yine akşam uçağına koydular. Oteli arayıp rezervasyonumu erteledim, pasaport çıkışımı yaptım, çantamı aldım. Bizi sultanahmet'te grand yavuz diye dört yıldızlı bir otele götürdüler. Benim check in'imi en son kişi olarak yaptılar, sabırla bekledim. "Niye evine gitmedin kardeşim?" diye sorabilirsiniz. Sevenlerim de sordu. "Selen evine dön canım hadi" dediler fakat o evden pazartesi gününe kadar çıkıldı bir kere. Illa ki bir yere gidilir... Gidilecek.

Sultanahmet'i çok severim ben. Annem oralı. Babam'la da soğuk çeşme yokuşunda (gülhane parkının yanı) tanışmışlar. Özel bir durum. Konservatuar çemberlitaş'ta idi. Çocukluk anılarım var acayip. Sabah Sultanahmet'e uyandım. Sokağa çıkıp gezdim, arandım neden orada olduğumu? Berlin nere, sultanahmet nere? Annemi çağırdım uzun zamandır görüşmüyorduk çok yakın oturmamıza rağmen benim yaşam programım bir tuhaf yoğun olduğundan, o da geldi. Acayip huzurlu bir öğleden sonra geçirdim. "Artık dinlenmen gerekiyordu işte mecburen dinlendin" dedi Seval Gülün. Doğru söz.
Şu an uçuyorum TK 1727 bu akşam havada. Berlin'de kar var dedi arkadaşlarım, hoşuma gitti. Karsız Berlin olur mu? Xaver gidiyor dediler. Güle güle brother Xaver. Arkasında sadece Almanya'da 7 ölü bırakmış. Ne olacak ki dedim? Sadece bugün sabah 4 madenciye (çalışma izinsiz maden) iş yerleri mezar oldu, günde 60tl'na yaşayabilmek için çalıştıkları yer altı. Mezarlıkları tahrip ediliyor diye itiraz eden iki kişiyi de Yüksekova / Gewer'de polis vurdu öldürdü. Emekçi iki Kürt. Etti mi sana sadece bugün 6 kişi. Bizden uzak durasın Xaver. Bizim fırtınamız zaten hiç durulmadı. Acayip moralim bozuk bindim uçağa. Sinir içindeydim, uçak kalkınca biraz sakinleştim. Uzak iyidir, git Selen.

Hava koşullarının tuhaf olduğunu uçağın süreki sallamasından anlıyoruz...

Geçen gece bir arkadaşım geldi muhabbete. Bir sürü çeşit müzik dinledik. Daha çok şarkı dinleyesimiz varmış ama o gece. David Bowie'nin bir parçasını dinletti her nasılsa kulağımdan kaçmış. Piyano'lu daha jazzy işlerinden biri. Dalga geçti benimle nasıl bowie sevmek bu parçayı bilmeden diye. Haklı olabilir ama hala Bowie sürprizi olabilmesi bence çok daha eğlenceliydi. Benim yoldaş şarkılarım var. Sanırım herkesin öyle. Bazılarını sakinleşmek için, bazılarını eğlenmek, duygulanmak, konsantre olmak için dinliyorum. O setler her seferinde değişiyor. Bazılarını unutuyorum bazıları kalıcı oluyor. Emre ile şarkı dinlerken şunu düşündüm şarkı insanların bir arada durmasına sebep olan en önemli kültürel öğelerden biri. Müzik değil, şarkı. İnsanlar bir araya geliyor sevinince, hüzünlenince, kutlamak için hep birlikte şarkı söylüyoruz. Ortak paydada duygu paylaşımı, çok yoğun. Birine seni seviyorum demekte zorlanırsan ver eline konuyu anlatan şarkıyı bak ne oluyor mesela? Ortak bir sürü şey konuşabildiğim çoğu müzisyen arkadaşımla benzer şarkılar seviyoruz. Rastlantı değil. Birlikte oturup söylemesek de referans olarak bilmem kimin bilmem ne parçası hmm yaa evet yaa ooo bayılırım... diyerek dinliyoruz. Benim dinlediğim bir sürü enstruman için yazılmış esere Emre tahammül edemiyor olabilir mesela ama bir Radiohead parçasını paylaşabiliyoruz, çünkü sözleri var. Bunu tabii müziğin sosyo politik gücüne bağlayabiliriz buradan ama "ne gerek var o kadar sıkıcı olmaya?", der ve kulağıma bu aralar her daim birlikte takıldığım arkadaşım Daughter - Human'ı takarım.

"Despite everything I am a human. Mmmmm...."

Sunday, November 24, 2013

Kızlar

Kız arkadaş;
Gece çaldığında evine gidip sızabildiğindir. 
Sana en güzel kokan pijama, geceligini veren, temiz çarşafta yatıran, gecenin 3'ünde üşenmeden cin'ine tonik alandır. 
Konserine gelip fotoğraf çeken, sürpriz tanıtım video'su hazırlayıp 28 kilo ağırlığındaki elektik piyano'nu seninle arabaya / arabadan taşıyandır. 
Kendisi şehir dışındayken kedisine baktığın, varsa acil işini gücünü yaptığındır. 
İhtiyacın olduğunda arayıp hüngür şapalak ağlayabildiğin, o ağlamak için aradığında dinlediğin, komik bir şeyler varsa birlikte şen kahkahalar attığındır. 
Akşamdan kalma kafayla 23'ü sabahını 24 Kasım sanıp öğretmenler günün kutlu olsun diye moda sahillerinde sarılıp olayın bir gün sonra olduğunu hatırlayınca da gülüşüp amaaaan diye omuz silktiğindir. 
Ertesi gün İngiltere'ye senfoni orkestrası eseri yazmak üzere gideceksin diye stres ve heyecanından gitmeyi unutmuş olduğun nikahindan seni arayıp sakince "selen'ciğim sen unuttun herhalde, ben bugün evleniyorum" diyen, böyle acayip bir durum karşısında bile sana hiç bir şekilde kızmayandır. 
Amerika'da öğrenciyken burada olanlardan kopma diye eliyle mektup yazan, fotoğraf yollayan, arada bir içine küçük hediyeler koyandır. 
Tiroid sonuçların iyi çıkmadı diye Bursa'da aktar bulup seni oraya götürendir. 
Başka bir ülkede yaşasa dahi sana annesiyle, eşiyle, dostuyla hediye yollayandır. 
Her konserinden sonra "iyi geçti mi?" diye soran, geçmediyse havadaki nemi koklayıp "ne oldu ki?" diye arayan sorandır. 
25 metre uzaktan ruh halini anlayabildiğin / anlayabilendir. 
Aldığın kolye kırıldı diye üzüldüğü için gidip aynısından bulana kadar dükkan dükkan dolaştığındır. 
Taşınırken rahat etsin diye arabanı verdiğindir. 
Sarhoş olup salonuna kusunca sana kızıp kendi evini terkettiğinde hiç kızmadığındır :)
Beraber tatile gidip Nusaybin sınırlarında sarı fırtına'ya, Kaz dağları eteklerinde dolu yağmuruna tutulup korkudan üç buçuk atsan da sevgi gösterebildiğin, üstünü başını takas edebildiğin, açken evine yemek yemeye gidebildiğin, tatilde hala zamana göre yaşadığını görüp dehşete düşse de tüm tuhaflıklarına rağmen seni idare edebilendir. 
Albüm kaydederken yaylı sazlar dörtlüsüne verecek parayı bulamadığında şak diye hesabına o parayı yatırıverendir. 
Okuyup aydınlanacağını düşündüğü kitapları veya sıkıntılı zamanlarından kurtulman icin daha eğlenceli, sürükleyici kitapları bulup alandır. 
İngiltere'ye konserine gelip ütü yapmayi beceremiyorsun diye sahneye giyeceğin kostümü ütüleyendir. 
Aynı şişme yataktan düşe kalka uyumaya calıştığın, sana sürpriz doğum günü pastası yapan, canın sıkkın diye sabah 11'de en güzel restorana götürüp 7 saat karşında ne içiyorsan seninle içendir. 
...
Biz açlığa, zulme, savaşlara, doğal afetlere, ayrımcılığa, itilip dövülmeye, taciz tecavüze, öldürülmeye karşı birlik beraberlik icinde davranmayı bin yıllar önce öğrenmişiz. Erkek egemen toplumlarda ayakta kalabilmek adına en önemli direniş aracımız olan konuşma, paylaşma yetisi, organize olma, zamanı ve parayı makul kullanma gücünü de deneye deneye öğrendik, geliştirdik (mecburen). Demek istiyorum ki devlet babaya, amcaya, ağaya, abiye, enişteye; öyle kolay kolay yenmez bu piliçlerin eti.

Küçük hikaye:
Rahmetli anneannem çok (acayip) yaratıcı, harika bir insandı. Salı pazarına yakın otururdu ve pazara gitmeyi çok severdi. Gereksiz yere para savurmayı önlemek için de cüzdanına her açtığında hemen görebileceği bir yere "YETER EŞEK" yazmıştı. Ya!


Her sabah uyandığımda ilk gördüğüm fotoğraftır. Birazdan dışarı çıkacaklar sigara, bigudiler...

Not: Yazıda aklıma gelen bu ilk örnekler Şirin, Okşan, Seda, Ayşe, Aslı, Başak, Serra ve İrem'den derleme...

Saturday, November 2, 2013

Dokunarak konusmak

Dokunarak konuşan insanlar vardır hani, "sonra bir bakmışsın..." dedikten sonra dizine, "inanmazsın..." diye devam etmek için koluna, çok şaşırmış gibi yapmak için eline dokunan... Hiç hazetmem. Dokunma da diyemezsin. Öyle stres içinde beklersin "dokunmasa iyiydi" diye. Nafile.


Konu aslında bu değil. Aslında ben de bilmiyorum konu ne. Konu aslında tirbuşon bozuk olduğu için binbir güçlükle açtığım, Alper Yılmaz önerisi 2007 model harika İspanyol şarabından geliyor. Bir de enerjisizlikten.


Bazen yazmak istiyorum, şöyle aksın gitsin. Müzik yazarken de çoğu şarkıyı öyle yazıyorum. Açıkça söylemek gerekirse şarkı yazmak sanatsal anlamda önemsediğim bir şey değil. Gelişine topa vurmak gibi benim için. Yazdıktan sonra üstünde düşünmüyorum. Şurasını böyle yapayım burasını böyle diye süslemiyorum. Şarkının ifade ediliş şekli bence öyle olmamalı zaten. İfadenin kuvveti lafın nasıl söylendiğinde gizli. "A ve B arasına C sokuşturayım"da değil. Ama eser yazarken böyle değilim.

Sanırım eser yazasım var. Çok kıvranıyorum bu aralar. Yönetmenin uzun metraj çekme isteğine benzer uzun süreli müzik yazmak. Kıvranırsın. Sonunda ya yazarsın, ya da kendinden mutsuz olursun yazamadığın için. Ben şekilden şekile giriyorum. Çok yazasım var ama o yazma süreci "bir yandan ders vereyim, konser vereyim, sosyalleşeyim"i kaldırmıyor. Yine tek başına yol gözüktü galiba bana şöyle bir kaç gün. Yol iyidir.

Neden iyi yazarların şarap içtiğine dair harika bir yazı okudum geçenlerde. Sosyal medyada paylaşıldı denk gelmiş olabilirsiniz. Bilmiyorum neden ama bir etkisi olduğuna inanıyorum ben de. Yaratıcılık ruh halinin içkisi var. Her zaman şarap değil. Rakı ise zamanı, zaten konu yaratıcılık değil benim için. Öyle yani!

Akışına yazıyorum. Through composed. Bütünsel form. Baştan sona bestelenmiş müzik gibi. Aynı fikri geliştirebilirsin, ya da başlarsın, fikirden uzaklaşırsın gidersin. Kişisel dünyamda sözlü duygusal ifadede kuvvetli bir insan olamadım pek ama kendimi düşünce dünyasında iyi ifade ettiğim söylenir. Duygu dünyasıyla ilgili konuşmam gerekirse söyleyebildiğim en manalı şey "sinir olmak". Sinir oldum diyerek sekiz değişik çeşit duygu ifade edebilirim. Çok iyi yakın arkadaşlarım vardır onlar aslında anlarlar ne olduğunu, ama bilmeyen birisi için ilk tanışmada kaprisli birisiymişim gibi gözükebiliyorum. Aslında gerçekten değilim (bence).

Kadın hakları meselesine "sinir oluyorum" mesela bu aralar iyice. Uykularım kaçabiliyor. Tutucu bakış açısı, kadını ötekileştirme, varlığını bastırmaya çalışma o kadar etken bir motivasyon oldu ki toplum için çoğunlukla konuşmalardaki (özellikle politikacıların söylemlerinde) ayrımcılık vurgusu duyulmuyor bile. Bunu farketmeyen, savunan, savunmaya soyunan kadınlar ise iyiden iyiye canımı sıkmaya başladı. Kadın olmanın tek koşulu kadın olduğunu kabullenmektir. Bunun dışında başka bir varoluş şekli yok. O kadar çok sosyal kodlamaya maruz kalıyoruz ki yetişkin olduğumuzu anlamamız, seçimlerin kendimize ait olduğunu, bir cinsel kimliğimiz olduğunu anlamamız gerçekten uzun zaman alıyor. Erkek, Kadın, Gey, Trans... olmak, neyse o kendi halinle var olmak zor zanaat. Her seksin kendi tutucu dünyası var bu ülkede. Tutucu bakış açısı herkes için, her kesim için geçerli. Büyük baskı. Diğer yandan çok yakından tanıdığınız bir erkek başka hemcinslerinin yanında Tayland'da 14 yasında bir kız çocuğu ile nasıl beraber olduğunu ballandıra ballandıra anlatabiliyor. Bunu ruhen kaldırabilmek, kabullenmek benim için pek mümkün değil. 

Bestecinin hastalığıdır; illa ki başı sonu olacak, konular birbirine bağlanacak, geliştirme olacak içinde falan filan.. Bu yazının yok öyle bir derdi. Bütün sorun iki saat uğraşıp ancak açılabilmiş İspanyol şarabında (fikir tekrarı - repetition - yine de ve illa ki meslek hastalığı).

İstanbul'da Klüpler kapanıyor tek tek. Hayal Kahvelerini, Babylon'u Ferit Şahenk aldı. Öyle bakıyoruz. Ya ne yapacaktık o da ayrı konu? Ama çalacak yer kalmadı. Hayal Kahvesi'ni Ferit Şahenk'in aldığını bir tek ben biliyormuşum gibi gözüküyor. Ya da kimse önemsemiyor. Şaşırmam. Müzisyenler Hayal Kahvesi Gaziantep, İzmir, Ankara, Kuşadası dolaşıp duruyor. Kimse merak etmiyor mu nereye gidiyor çalmaya? O Hayal Kahvelerini oraya buraya kim açtı? Önemsemiyoruz. Peki tamam. Ankara'dan İzmir'den soruyorlar neden gelmiyorsunuz çalmaya? Sanki benim kaprisimmiş gibi gözüküyor. Halbuki biz gidemiyoruz oralara. Kimse ne yaptığımızı çözemediği için. Benim bile bazen kafam karışıyor. Kimseye kızamıyorum o yüzden :) Benim kaprisim değil. Şartlar uygun olmuyor. Nasıl olmuyor? E olmuyor işte! Yoksa İtalya'ya Amerika'ya gidiyoruz, Japonya'da CD'lerimiz basılıyor. Oraya da gelmez miyiz? Geliriz aslında da...

Kalbim kırık. Aşk meşk mevzularında değil sadece. Geçen gün Sarp Keskiner röportajında "Albümdeki (Başka) tüm sözlerin arasından belirip duran ve seni, senin kalbine denk düşecek şekilde okumayı başaramamış bir adam var sanki..." deyiverdi :) Soru mu bu? (Boru). 

Aklıma geldi. Amerika'dan döndüğümde 26 yaşındayken Hülya Tunçağ beni Borusan Kültür Evi'nde yapılan "Ne olacak Türkiye'de Caz müziğinin hali?" benzer konulu bir tartışmaya çağırmıştı. Hatta Gülüş Gülçügil-Türkmen ile de orada tanışmıştık. Kalplerinin kırık olduğundan, yaratmak istemediklerinden bahsettiler. Ben de böyle bir durumun benim için imkan ihtimal dahilinde olmadığını düşündüğümü ifade ettim. "İçimden geliyor müzik yazmak, durdurulabilir bir eylem değil ki" dedim. Gencim diye pek ciddiye almadılar. Oturumun sonunda da şimdi hepsi yakından tanıdığım abiler ablalar Gramofon'a kahve içmeye gitmeye karar verdiler. Ama her nasılsa beni çağırmayı unuttular! Biz de Gülüş ile kahve içmeye gittik. Yeni gelen hemen araya alınmazdı geçmişte. "O da çeksin, biz neler çektik" gibi bir düşünce şekli vardı. Ama işte o zaman gençtik ya, şimdi olgunlaştık. Ve şu oldu; ben bu sabah başka randevularımı önemsemeden eski bir öğrencim, şimdiki dostum benimle buluşmak istedi diye hasta masta kalkıp gidip onunla kahve içtim. Yine içerim. Hepsiyle içerim, rakı da içerim, birlikte çalarım, kitap paylaşırım, sorunlarını dinlerim, en güzeli kendim anlatırım, paylaşırım. Müzik önerilerini dinlerim. Ben var oldukça onlar da benim canım ciğerim.

Yaşadığım sürece başkalarının kalbimi yaratma sürecimi durduracak kadar kırmasına izin, imkan ve ihtimal vermeyeceğim.

Friday, October 25, 2013

Çal kızım! Ekim, Kasım, Aralık : Konserler, şunlar, bunlar.

26 Ekim, Cumartesi gecesi Kibris'ta Lefkosa Surlarici Klasik jazz ve Dunya Muzikleri Festivali'nde "Baska" albumunu caliyoruz.

Serhan Erkol & Tamer Temel, Saksafonlar
Selen Gulun, Vokal, Piyano 
Alper Yilmaz, Elektrik Bas
Derin Bayhan, Davul

5 Kasim, Isigin Yansimasi gurubu ile seneler sonra yeniden bir araya geliyoruz. Murat Ozyuksel'in gurubunun (dayim olur :) ilk albumu Bir Cicek Yili Sonra'da Ucurtma sarkisini soylemis, Teoman ile vokaller yapmistim. Onlarin yeni albumu (Simdi yeni seyler soylemek lazim, Utopya Muzik, 2013) konserine misafir olup bir suru sevdigim parcalarina klavyeler calacagim 20 sene sonra. The Mekan'da konser. 

Isigin Yansimasi, "Simdi yeni seyler soylemek lazim" @ The Mekan, 22.30


6 Kasim, Selen Gulun, Baska, @ Cafe Mitanni, 20.30

Tam ekip, evimizde gorev basindayiz :) Cafe Mitanni'de, Beyoglu'nda normal insan saatinde calmaya baslayacagiz. Gece yarisi olmadan da bitiriyoruz. Artik mekanda CD'lerimizi de bulabiliyorsunuz her daim, eger satin almak isterseniz. 

Serhan Erkol & Tamer Temel, Saksafonlar
Selen Gulun, Vokal, Piyano 
Demirhan Baylan, Elektrik Bas
Cengiz Baysal, Davul

18 Kasim, Kadinlar Matinesi @ Hayal Kahvesi Beyoglu, 22.30

Alt, Kadinlar Matinesi, 26.01.2013,
Soldan saga: Senay Lambaoglu, Ben, Sibel Gursoy, Ece Goksu ve Ceylan Ertem
Aslen 11 Haziran'da olmasi gerekirken Gezi Parki olaylari sebebiyle kendi rizamizla erteledigimiz konser. Kendi muziklerimin yaninda Turkiye'den kadin sarki yazarlari ve bestecilerinin muziklerini yorumladigim proje bu sefer Beyoglu Hayal Kahvesi'nde. Sirin Soysal, Elif Caglar Muslu, Jehan Barbur, Ayse Tutuncu, Ece Goksu, Basak Yavuz, Sibel Gursoy ve Sevval Sam gibi birbirinden harika, yetenekli kadinin muzikleri bizimle sahnede olacak. Sahnede beraber sarki soyleyeceklerim var. Heyecanliyiz her zamanki gibi.

Serhan Erkol & Tamer Temel, Saksafonlar
Selen Gulun, Vokal, Elektrik Piyano 
Demirhan Baylan, Elektrik Bas
Derin Bayhan, Davul

22 Kasim, Cuma, Kadikoy'de, Karga Sahne'de "Baska"

Demirhan Baylan ve Cengiz Baysal ile Trio calip beklendigi uzere ortaligi dagitacagimiz konser. Sarkilari calacagiz. Sagi solu belli olmuyor ekibin. En son performansta piyanonun tusunu kirdim, oyle diyeyim. Kadikooooy.... Gel bence! :)

  • Bu arada Karga Mecmua'ya (Raife Polat yazdi) verdigim roportaja buradan ulasabilirsiniz. 

Kasim'in son haftasi Arter Sanat Galerisi'nde 3 atolye calismasi yapacagim 27-29 Kasim ve 1 Aralik tarihlerinde 17.00-19.00 arasinda. Konu hakkinda aytintili bilgileri ayrica yazacagim. Katilim ucretsiz, konu enteresan. Takip ediniz. 

14 Aralik, Arter Sanat Galerisi, parcasi oldugum "Sanatcinin Felsefe ile Isi Ne?" ekibi yeniden is basinda. Yuvarlak masa toplantisi. O siralarda devam etmekte olan "Miras" ust basligi altinda ele alinabilecek birbirinden farkli uc sergi hakkinda konusacagiz. Katilim serbest. Takip ediniz. 

16 Aralik, Selen Gulun, Baska @ Hayal Kahvesi Beyoglu, 22.30

Baska yeniden Beyoglu'nda.

Serhan Erkol & Tamer Temel, Saksafonlar
Selen Gulun, Vokal, Piyano 
Demirhan Baylan, Elektrik Bas
Cengiz Baysal, Davul



  • En 'yeni' roportaj: 
Sarp Keskiner'in Sanatatak icin yaptigi roportaji buradan okuyabilirsiniz. 

  • Dinle:
Album Answers (2010, pozitif) ve Baska (2013, linrecords) artik spotify'dan dinlenebiliyor. 
Answers deezer'da da var.
Her iki album itunes'da da satilik. 

Konserlerde bulusmak uzere...






Saturday, October 19, 2013

Bırak. Kontrol etmesen ne olur?

Feryal Tükel (teyzem olur) 13. Istanbul Bienali'ni gezerken bir iş görür, çok etkilenir. Fotoğrafını çeker. Sonra telefonunun hafızası dolu olduğu için başka işler de beğense fotoğrafını çekemez. İşte bir tek bu! Ben de nasılsa akşam ona yemeğe gitmişim, bir hikaye anlatıyorum, ortasında bana ilgili olduğunu düşündüğü için 'dur sana bir şey okuyacağım' diyerek çektiği fotoğraftaki yazıyı okudu. Meğerse o iş Brian Eno'nun değil miymiş? Eno büyük saygı duyduğum müzisyen/düşünür/usta'lardandır ve çoğunlukla söylediklerine, yazdıklarına kafa sallayıp hak vermek dışında bir davranışta bulunamadığım birisidir. Yazı şöyle:

Brian Eno - Music for Airports (notation)
"Bu kısa parcanin ismi "Orta Boy Bir Nehri Geçen Küçük Bir Kayık İçin Müzik" olabilir ve "Havaalanı için Müzik", "Bir Süt Denizinin Üzerindeki Küçük Ağaç", "Yolcular", "Apollo" ve böylece yolculukla ilgili yaptığım diğer çalışmalarla kendiliğinden bir ilişki içinde olur. Geriye dönüp baktığımda bunun çalışmalarımdaki önemli bir tema olduğunu görüyorum.

Yolculuğa -yolculuk halinde olmaya - yönelik ilgim belki de sanatın kendisinin (işe yaradığı zamanlarda) bir ruh halinden diğerine hareket etmeyi sağlayan bir araç, bir yolculuk aracı olmasından kaynaklanıyor. 

Seyahat ettiğimizde, bir yerlere götürülmemize izin verdiğimizde, sanat, aşk ve dinin ayırt edici özelliklerinden olan teslimiyet halinden hiç de farklı olmayan bir ruh haline girebiliriz. Bir seferinde bir hostesle bu konuda konuştuğumuzu hatırlıyorum. Bana, günlük hayatlarında kontrolü elden bırakmayan insanların, uçak kalkarken rahatlamakta en çok zorlanan insanlar olduğunu söyledi. Sözlerini "En gerilimli anlar, business class'ta yaşanıyor" diye açıkladı. Taşınıyor olmak (ve bundan keyif almak) bütün evreni kontrol etmeye çalışmayı -her ne kadar geçici süreliğine de olsa- bırakmamızı ve kendimizi onunla birlikte sürüklenmeye bırakmamızı gerektiriyor. Bu çok hoşuma giden bir ruh hali: anlayışlı, açık, tetikte, sürprizlere hazır. Bu müziğin bunu önerebileceğini ve teşvik edebileceğini umuyorum."

Benim seyahat günlüklerim var, blogumu takip edenler bilir. Uçakta, trende yazıyorum. Taşınma halinde o kadar çok uyarılmış (stimulated) oluyorum ki yazı veya müzik yazmadan duramıyorum. Eno'nun şu kısacık açıklamasını okuyunca yine sadece "hı-hı" diyebildim. Ama üstünde düşünüyorum (hep)... 

Özellikle doğaçlama müzik çalmayı seven herkes için her sahne bilinmeyenlerle dolu harika birer yolculuktur. Kendini kapıp koyvermezsen komik duruma düşersin. Elbette kontrol de etmen, aklındakileri dizmen, doğru ifadenin bir yöntemini bulman gerekir ama öte yandan bunları düşünemezsin. Vakit yok. Zen gibidir düşünce. Hem var hem yok. Zamanla ilişkisi benzerdir sahnede çalmanın yolculuklarla. Başı sonu var işte. Hayat gibi. 

Yola düşmeye çok meraklıyım ben. Herhangi bir korkum da yoktur uçmaktan, trene, vapura binmekten. Bilinmeyenler içinde çok turne yaptım. Nerede kalıp ne yiyip içeceğimi bilmediğim konserlere gittim. Ne önemi var ki eninde sonunda çalacağım kendi müziğimi, başkasınınkini... Bilinmezlikler besliyor beni. 

Yakında tam tarihine karar veremedim birbirini takip eden üç atölye çalışması yapacağım ARTER galeri için. Müzisyen olma şartı yok. Hepsine veya sadece birine gelinebilir, döngüsel formda bir çalışma tasarlıyorum. İçindeki en önemli konulardan birisi tetikte ama sürprizlere açık olmak meselesi. 

Demek ki aslında söyleyecek daha çok "şey"im var konuyla ilgili. Biriktiriyorum. Yakında (Kasım) önce ARTER'de. Sonra yazılarda. 



Fernando Ortega ve Brian Eno:
Orta Boy Bir Nehri Geçen Küçük Bir Kayık İçin Müzik  (Antrepo No:3) 

Meksika'da Bobos nehrinde yapılan her kayık yolculuğu esnasında kayıkçı yolculara müzik çalar. Ancak yolculuğun kısalığı sebebi ile şarkıların sonuna gelmek nasip olmaz. Ortega, Brian Eno'dan bu yolculuk için mevcut şarkı listesine eklenecek bir beste yapmasını rica etmiş ve bu besteyi sadece kayık yolcularının dinleyebileceği garantisini vermiş. Çalışma nehrin sekiz fotoğrafı, Ortega ve Eno arasındaki iki mektup ve bestelenen müziği içeren ancak dinleyemediğimiz bir CD'den oluşuyor.

Fernando Ortega & Brian Eno: 

Music for a Small Boat Crossing a Medium Size River

Published by Walther König, Köln

This volume documents Fernando Ortega’s photographs of a boat taxi operating between two Mexican villages, on which the ferryman plays his CD collection. Because the trip lasts only a minute, the music is always interrupted, so Ortega asked Brian Eno to compose music for this ride. Eno’s music is not included here.


Dinle: Bırak Gitsin, Sürprizler, Selen Gülün Trio