Thursday, August 21, 2014

Alıntı 001_01

"Tek bir kişi varlığıyla, bütün öbür insanlara gözdağı verir." Tersine çevirmekte bir sakınca görmüyorum bu gözlemi. Bütün öbür insanlar da, tek tek ya da toplu varlıklarıyla, o tek kişiye gözdağı verirler. Yalnızlık, bu gözdağına karşı çürük bir sığınak değil mi? Sanat bir sığınak olduğu oranda, koruyabiliyor mu sağladığı yalnızlıkla kişiyi o gözdağından? Öyleyse yazarlık, bestecilikten daha sağlam bir sığınak mı? 


Mimaroğlu, İ. (1994). Paul Bowles : Besteciliğe Boş Veren Yazar. Ertesi Günce. İstanbul : Pan 





Not: Ortalıktan kaybolan bir arkadaşım var normalde yazdıklarımı okur yorum yapar. Bulut oldu. Bunu da okuyacaktır. Belki beni bulmak ister iki çift kelam etmek ister info@selengulun.com'a. İyi midir hoş mudur bir ses versin DD. 

Saturday, August 9, 2014

İki çizgi


Ne zamandır ses etmiyorum sanıyorsun.
Her göz kırpışım tek bir sesle başlıyor
Sonra yok oluyor
Sen duyuyorsun.

Buradaki sessizlik
Yanımdaki heybenin içindeki kağıtlar gibi
Buruşuk. 

En alttan dolduruyorum
Dolduyorum ve boşaltıyorum. 
Boşalttığım her ses çizgi
Doldurduğum her bardak ses.

Ayaklarım karıncalanıyor 
Parmaklarım dolanıyor
Hala bana kızıyorsun.
Neşelen artık.
Neşe dol. 

İki çizgi içine yerleştireceğim seni
Hiddetin hep ondan. 

Assos, 08/08/14

Monday, August 4, 2014

Muhafazakarlaştırabildiklerimizden misiniz?

Al siyaset al!
Siz ne istiyorsunuz ben bu aralar bunu düşünüyorum. Seçim sebebiyle yine gündem sürekli siyaset. Halbuki siyaset yapılmıyor koskaca ülkede sadece demogoji. Ben bazen diyorum ki Gezi nasıl oldu? Çünkü anılarımda kaldı biraz ve belki onun kırgınlığı da var. Bir süredir duruyorum. Çok sevdiğim bir arkadaşım "sen çok yoruldun, dinlenmek istemen normal" dedi geçen gün. Ben dinleneyim de ortamı bu muhafazakar düşünceye mi bırakayım? Hayır efendim (saf). Ama işte benim kafamı karıştıran şey bir kısım insanın algılarını dümdüz etti. Anladım ki mücadelem zaten anlamadığım kesimle değil. Geçmişte bir nebze anlıyor olduğum şimdi ise o tuzağa düşmüş olup da yine her şeyi çok iyi bilip analiz ettiğini düşünen kesimle. Çünkü onlar tartışamıyorlar. Deneyin ve görün. Ya seni susturmaya çalışıyorlar ya da bağırıyorlar. Ya da seni dinliyorlarmış gibi yapıyorlar ama içlerinden ısrarla müstehzi bir gülümsemeyle "öyle değil, hiç değil" demeye devam ettikleri için lafların uzaya saçılıyor. Sen söylesen de söylemesen de söylediklerin deli saçması görüldüğünden tartışmaya konu bile olamıyor. Özgür düşünceye ve tartışma özgürlüğüne geçmiş olsun. Tayyip kazandı. Durum vahim!


Bir iletişim yöntemi olarak Candy Crash.

Genel yaşantı gittikçe muhafazakarlaşan bir toplumda işten eve evden işe şeklinde yaşanıyor. O da işi olabilenler için. İşi sahibi olabilen bir kesim (özellikle okumuş ise) kendilerini ayrıcalıklı (çoğunlukla beyaz yakalılar) hissetmeyi sevdiği için toplumun o "önemli" kısmını oluşturduklarını unutup içerik olarak boş, görsel olarak ayrıcalıklı pozisyonlarını daha da fazla ayrıcalıklarla donatmak için uğraşıp duruyorlar. Sistemin önerdiği en iyi evi arabayı alayım, en iyi telefona bilgisayara sahip olayım, çocuğum en pahalı özel okulda okusun, 5 yıldızlı otellere indirimli 6 ay önceden yer ayırtayım, gidince yediğim önümde yemediğim arkamda olsun, diğer insanlara bakabileceğim kadar kalabalık bir yerde olayım ki kendi ayrıcalıklı konumumu veya daha ayrıcalıklı olanı inceleyebileyim, evime yakın AVM'de takılayım, çocuğum dilediği gibi koşup oynasın (?), alışveriş yapayım, daha fazla alayım, daha fazla alayım... Daha fazla alayım. Bu arada eklemeden edemeyeceğim bu iletişim için en iyi alet edevata sahip olmak konusu beni eğlendiren bir konu. Çünkü iletişmeyi bilmeyen, iki kelime edemeyen insanların elinde o aletler gerçekten eğreti duruyor. Neyse bari Facebok, Twitter, Youtube filan var.  Konuşarak anlaşamasak da telefonlar bir işe yarıyor. (Yarıyor mu?)


Al TOKİ al!
Toplumdan uzaklaşarak yaşamak tuzağına düşünce ne oluyor? İçiçe yaşamamız gerekince gerçeklerle yüzleşiyoruz. Tatillerde mesela. Banka kuyruklarında. Otobüslerde. O aslında arzu edilen uçurum yüzümüze çarpıldığında birdenbire nedense üzerimizde korkunç bir etki yaratıyor. Sonra çoğu insanın Twitter gibi ortamlarda "ay toplu taşımalarda insanlar kokuyor" benzeri yavan, içinde hafif kendini üstün gören tavırlı yazılarını okuyoruz. Evet. Doğru tabii. Ama saatlerce çalıştıktan sonra kokmuş da olabiliyor insan hangi koşullarda çalışıyor o kişi biliyor muyuz biz? Herkesin bir ofis bölmesi (cubical) yok ki (ha-ha). Ayrıca koşullar ve öncelikler aynı değil. Elbette buna anlayış göstermek zorunda değilsiniz. Ama keşke anlamaya çalışsak birazcık?


Birbirinden uzak, anlayışsız, ilgisiz olmak kolay yönetilebilir olmayı beraberinde getirdi. Yaptılar Tokileri o uzak şehir köşelerine, o içinde gym olan AVM olan tuhaf lüks (yersen) evleri ki siz ömrünüzün en güzel yıllarında o evleri almak için uğraşırken sosyalleşemeyin, iki fikir alışverişinde bulunamayın, şehir içine şehir dışına araba kullanıp durun, deli gibi benzin harcayın, kültür sanat etkinliklerine gitmemek için trafik, gün yorgunluğu gibi bahaneleriniz olsun, kafanızı kaldırıp deniz'e Ay'a bile bakmayı unutun, dizilere gömülün, hazır yemeklere gömülün, birbirinizi twitter'dan şikayet edin, facebook'larda kurduğunuz yapay mekanlarda, oyunlarda yaşayın. Okumayın. Okuduklarınızı paylaşmayın birbirinizle ve mümkünse bunu yapanı da dinlemeyin. Kulaklarınızı sıkı sıkı kapatın iyice de kafanızı karıştıracak sesler (müzik) sızmasın içine. Sosyal medya'da emojilerle gülüp birbirimizin gözlerinin içine bakıp kahkaha atmayı unutalım diye bizi şehir hayatında köle yaptılar. Güle oynaya kabul ettik. Halbuki şehir dediğin sosyalleşmek demektir. O kadar hareket etmiyoruz ki artık hareket edene kızar olduk (bana kızmayın çok). Yani Fck you very much capitalizm covered with conservatism

Hadi diyelim annelerimiz babalarımız dayılarımız teyzelerimiz amcalarımız bizi anlayamadı. Ama biz de aldık başımızı daha uzaklara gittik vesselam. Ben bu evim olsun kafasını hiç ama hiç anlayamıyorum. Bir de evin içinde süre gelen inşaatları. Sitede oturuyorum. Apartman dairesini alan, kiraya gelen içini kırıp döküyor. Bu nasıl bir komplekstir kardeşim anlamak mümkün değil? İnsanlar 1800'lü yıllardan kalan evlerde oturuyor Edirne sınırının dışında, yeni mutfağım olsun şöyle gül gibi temiz temiz oturayım filan demiyor. Siliyor süpürüyor kırıp kıçını oturuyor aşağıya. Dokuz senedir aynı sitede oturuyorum, ben hariç (bir de sevgili alt komşum) herkesin evinin duvarları kırıldı, yerleri söküldü, mutfak yer değiştirdi efenim banyo kırıldı yine yapıldı filan. En salakları benim (bir de işte sevgili alt komşum) sanırım. Hala aynı mutfak ve banyo ile yaşıyorum bayağı iğrenç bir insan olmalıyım öyle ki pis pis oturuyorum galiba eski fayans, sifon... Bu arada aylarca süren gürültü, başka insanların evine yaptıkları pislik, toz duman da yanlarına kalıyor. Ama onların evleri tertemiz gül gibi biliyor musun? Pencereler filan hep değişti. Paralar saç saç saçıldı. Sular elektrikler harcandı. Mis gibi oldu. Şimdi gelip huzur ve mutluluk içinde oturacaklar (ahahahahhahaha....) içine. Yani içine cidden ben böyle işin...


Ağlamaktan sorumlu Devlet Bakanı Arınç.
Bülent Arınç 29 Temmuz'da "İffet çok önemli. Sadece bir isim değil. Kadın için de bir süstür, iffet. Erkek içinde bir süstür. İffetli olacak. Erkek de olacak. Zampara olmayacak. Eşine bağlı olacak. Çocuklarını sevecek. Kadın ise o da iffetli olacak. mahrem-namahrem bilecek. Herkesin içerisinde kahkaha atmayacak. Bütün hareketlerinde cazibedar olmayacak, iffetini koruyacaksın" diye bir açıklama yaptı. Ben erkek olsam "zampara senin baban" diye itiraz ederdim ama erkeklerden ses çıkmadı. Kan dondurucu nitelikte bir söylem olmasına rağmen ciddiye almayanlar veya konuyla dalga geçenlerle dolu bir sosyal medya ortamı izledik arkasından günlerce. Halbuki bu laflar politik. Kişisel de değil. AKP'nin algıda muhafazakarlığı oluşturarak özellikle kadının aslında nasıl davranması gerektiği konusunda kendisini sorgulamaya başlayacağı o ince çizgiyi çekecek bilerek, isteyerek edilmiş laflar zincirinde bir halka. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu toplantısında da konu oldu elbette. Ama tabii orada bir çözüm arayışı var. Bu söyleminden kadınlar öldürülürse sorumlu olduğunu hatırlatalım Arınç'a diyerek hakkında suç duyurusunda bulunmaya karar verildi. Bugün Çağlayan Adliyesi'nde verdik suç duyurumuzu. Hayırlı olsun!

Tam buraya Ekmeleddin İhsanoğlu'nun adaylığı, söylemleri ve muhafazakarlık üstüne uzun bir paragraf girmek istiyorum. Ama seçimler bitene kadar bekleyeceğim. Sadece alıntı yapmakla yetineceğim; "Homofobi evrensel bir mesele değildir. Bizim toplumumuz muhafazakâr bir toplum. Muhafazakâr toplumun hassasiyetlerini düşünmemiz lazım. Türkiye’de 76 milyon insanın değerlerine saygılı olmamız lazım”.

Bir de kamuoyundan gerekli tepki almamış bir eğitim haberi var. "Anadolu lisesine puanı tutmayan öğrenci, ikametine göre otomatik olarak imam-hatibe kaydolacak" diye müjdeli bir haber! Bu haber karşısında ne olacak diye bakıyorum ben aileleri, öğretmenleri izliyorum ve hiç bir şey olmuyor. Bunun üzerine çok düşündüm. Neden aileler sesini çıkarmıyor? Bu bir çeşit kabulleniş mi yoksa gerçekten aslında ailelerin çocukları için tercih ettiği gelecek böyle bir şey mi? Yaygın Bonzai kullanımı (ki bence bu da Amerika'nın zamanında müzisyenler üzerinde bilinçli olarak uyguladığı uyuşturucu politikasına benzetilebilir) ve diğer uyuşturucular sürekli gündemde tutuluyor. İnsanlarda çocuğum uyuşturucu batağına saplanacağına, iffetsiz olacağına, serseri olacağına bari imam hatip'e gitsin diyorsan ablacığım o kötülüklerden koruyacak olan da sen(d)sin çocuğunu. Baştan sevdiysen, ilgi gösterdiysen gitmez oralara. Giderse de geri gelir. Sen ver çocuğuna birey olma bilincini, sorumluluk duygusunu bir şey olmaz ona. Ama işte algı politikası çoktan verdi meyvelerini! Herkes korkuyor çocuğundan. Buna da 4+4+4 gibi az ses çıkacak gibi gözüküyor. 



Olmaz olsun böyle sanat! :)
Şimdi eğitim bu halde, kişilerin tercihleri de aman düzen değişmesin bize bir şey olmasın taraflarında gezinince bizim gibi dağ başına gidip felsefe tartışmak filan da biraz deli işi oluyor tabii. İçerik konusunda hala bir yazı yazamamış olmam gerçekten içimden gelmediği içindir. Ben açıkcası orada da burada eleştirdiğime benzer bir kapalılık duygusu içinde aradığımı bulamadan döndüm. Ama iyi oldu tüm bunlar üzerinde düşünmem gerekti. Tabii ki yazacağım ama ne yazacağımın biraz zamanın filtresinden geçmesi gerekiyor anladığım kadarıyla. Türkiye' de geriye kalan kültür sanat eylemlerinin gittikçe yavanlaşması da daha muhafazakar bir toplum olmayı arzu eden insanların tercihi oldu elbette. Kültür ve sanat eylemleri dünyada artık muhafazakar bir bakış açısıyla değerlendirilemeyecek bir boyut almış, çeşitlenmiş, dallanıp budaklanmış, kişiselleşmiş ve toplumsal sanat fikrinden uzaklaşmış bir haldeyken hala sanatın ve sanatçının tek tipliği üzerine konuşmak bana tuhaf geliyor. Sanat 1960'lardan beri insanlardan sanat eseri karşısında kendilerini yeniden yapılandırmalarını bekliyor. Yani (gerçek) sanatçının görevi sizin beklediğiniz görev olmayabilir artık. İzleyici olarak sizin almanız gereken pozisyon da aynı mesafeyi koruyarak izlemek olmayabilir. Bunları kim düşünecek ya iş var güç var diyorsan saygılar abime. Ben ve benim gibiler düşünüyoruz işte. Bari onun için bas krediyi bize öyle geç abicim. 

Bu ara çok yakın arkadaşlarım diyor ki çok sertleşti yazdıkların. Ben üslubumda bir fark sezinle(ye)miyorum. Sadece herkesin konuşmaktan söylemekten çekindiği bir ortamda hala ifade ediyor olmam tuhaf kaçıyor olabilir. Sen daha dur. Bekle. Hep böyle atıp tutardım efenim zaten burası benim kişisel blogum. Elbette susmayacağım, yazacağım artık gönlümden ne koparsa. Annemin anlattığına göre (yoksa ben inanmıyorum) çocukluğumda "Selen'ciğim biraz sus artık vallahi yorulduk" demesinin ardından duvara dönüp anlatmaya devam eden bir çocukmuşum :) Eskisi kadar çok konuşan birisi değilim artık maalesef meslek beni yıprattı ama söyleyeceğim varsa illa söylerim. İçimde tutamam. Peşinizden gelir rüyalarınıza girer o lafı bir şekilde söylerim. Eğer bir gün susarsam bilin ki öldüm.



Not 1: Bizim mavi hap vardı ya ne oldu? O da mı kurguydu? Kırmızı ile devam mı?

Not 2: Bari ben de evimin kapısını mı değiştirsem, ne yapsam? Komplekslendim bak şimdi? :)


Sunday, August 3, 2014

Biraz

0
Bir düzine derin vardı senin
Her değiştirdiğinde ötekini sevdim.
Gittikçe inceldin yok oldun 
Sonra yenileri geldi.

1
Yeniden biriktirdiklerin.

2
Her derinde gelen dert sardı.
Ağzımda, dilimde, burun deliklerimde
Sade belirsizlik.
Değiştirdiklerinde derinde yürüyor ağır,
Önce boğazımda
Sonra göğsümde biraz. 

Ankara 26.07.14