Monday, October 20, 2014

Pardon! Ölü ruhlarla konuş(a)mıyorum.

Assos'ta Evren ile konuşuyordum. Dinliyor muydu bilemem? Foto : Seda Ergül
Bir dediğini iki etmek istemediğiniz insanlar vardır. Böyle kırılmasın ona birşeycikler olmasın diye hissettiğin, her daim. Bu hissi korumak kolay değil bakın, her daim diyorum. Hep diyorum. Herhangi bir zamanda bir yanına bıçak saplarmış gibi hisler bırakmak istemezsiniz, canını acıtmak, incitmek istemezsiniz. Böyle bakarsınız ona. Saçını seversiniz filan içinizden. Gözlerine bakınca sevgi taşar yüreğinizden. Ama o insan da zaten çok rahattır sizin yanınızda. Cıvıldar konuşurken bir güzelleşir bir şey olur, değişim geçirir. Bedbaht bir halde gelmiştir, dünya da yaşanacak gibi bir yer değildir aslında ama işte sizi görünce gülümser, içiniz bir hoş olur, o bedbahtlık geçiverir. Cıvıl cıvıl anlatır, siz sıranızı beklersiniz. Sıra size gelince de siz hoşlaşırsınız, güzelleşirsiniz, akarsınız, çağlarsınız. Bu insanlar kendilerini sakınmazlar, gözünün içine bakarlar insanın konuşurken, gözlerinin haresinde anlatmakta olduğunun heyecanını görürsünüz, üzüntüsünü hemencecik okursunuz, başka da bir şey görmezsiniz çünkü neyse o'dur zaten. Böyle çeşitli şekillerde birleşerek döne döne hareket edersiniz. Ama mutlaka hareket edersiniz. 

Seven insanın güzelleşmesi, üstüne hoş bir hal gelmesi edebiyat tarihinin (her türlü sanat için) ilham konusuydu. Fakat maalesef her sevgi ilişkisini trajediye dönüştürebilen ruhlarla yaşıyoruz bu dünyada artık. Bu zamanlarda hepimiz çirkiniz!* Gerçek trajedyaların üzerimizde bıraktığı o tatmin verici ağırlık da bu sebepten yok oldu gitti, yalancılarını yaşaya yaşaya. Tüm zamanını ve enerjisini kendisini kötü hissetmek üzere harcayan insanlarla çevriliyiz. Kendini iyi hissetmeye çalışmak, iyimserlik ve umut aptalca adledilmeye başlandığından beri de hayatımız cehenneme döndü. Kimseye iyimserlik aşılamak zorunda değiliz elbette, bence mesela siz ne yapiyorsunuz, iyi biri misiniz?, benim pek umurumda değil. Ama bir şey yapmanız umurumda. Hareketsiz kalmanıza, hareket etmeyi reddetmenize tahammül edemiyorum. Çünkü o zaman yaşamıyoruz gibi oluyor. Dokunmuyoruz. Koklamıyoruz. Yaşamak kültür ve sanat aktiviteleri ile içiçe olmak demek ya, eger bir konsere gitmeyi, sergiye gitmeyi erteliyorsanız iyi etmiyorsunuz. Kendiniz için hiç iyi etmiyorsunuz.  

bir süredir 'iletişim' adına karşıma çıkan bu 'şey'. güzel değil.







Sevmek motivasyonu. Sevebilmek, teslim olmak için içgörü gerekiyor. İçgörü kendini, hislerini, neyi neden yaptığını anlayabilme yetisi demek. Hislerinle barışık olmak öncelikli durum. Bunu yapabilmek sezgilerini kullanmayı gerektiriyor. Onları da kullanmayı bıraktığımızda işte geriye bu otonom, ne olduğunu anlamlandırma ihtiyacı bile duymadığımız bir takım davranışlar kalıyor. Olan iletişime oluyor. Duygularının farkına bile varmayan bir takım insanlar hissel sebeplerden bir takım hareketler yapmaya yönelmiş, sözler söylemiş olduğu halde neden böyle bir hal icinde olduğunu anlamlandıramadığı için kendine bile yabancılaşan bir takım davranışlarda bulunuyorlar. Sonra da kendilerinin özdeşleşemediği bu davranışları savunmaya çalışarak aradaki o incecik bağı da yokediyorlar. Adına da kavga diyoruz. 

Dünya anlatıyor da yazık biz duymuyoruz.
Bu dünyada sanırım öncelikle kendini paylaşarak eksileceğini, eskiyeceğini zannetmekten vazgeçmek gerekiyor. Birini suçlamaya başlamadan önce kendine dönüp bakmayı unuttuğumuz bu harika zamanlarda o çektiğimiz özçekimlerde filtreleyerek gördüğümüz insanlar değiliz biz. Tonlarca kusurlarımız var. Asık suratlı (maskeli) bir insan grubu olarak yaşıyoruz şehirlerde. Sorsan hepimizin hayatı gerçek birer drama! Çünkü her birimiz kendi karşılıksız sevgi / karşılıklı sevgisizlik dünyamızda sıkışıp kaldık. O dünyadan çıkıp bir şey yaratmak için ise artık cesaret sahibi olmak gerekiyor. Hayatı yeniden kurmak için. Tekrar eden planlar yerine en baştan yeni bir şey yaratıp onun sürekliliğini sağlamaya çalışın, büyümesini, kabul görmesini sağlamaya çalışın. Göreceksiniz asıl zorluğun nerede olduğunu. Her albüm çıkardığımızda, her yeni eser yazdığımızda yaşadığımız bir fenomen bizim bu. Hep iç dünyamız çalkalanıyor. Ama iç dünya diye bir şey de var işte. 

Sorarsan hepimizin başında felaketler var, evet ve hiç bir felaket bir daha herhangi bir felaket bile yaşayamayacak durumda olmaktan daha kötü değil. Bir de böyle düşünün. 

*Sanatla zamanın güncel ilişkisi üzerine böyle bir yazı yazmayı planıyorum. Kendime not düştüm. 

Monday, October 13, 2014

Cihan sen neresi olsun istiyorsan orası.

Hayati nasil gormek istiyorsan, bizim gibi algilari duymaya daha acik insanlar icin yeniden yazayim, nasil duymak istiyorsan oyle duyuyorsun. Bazen duymuyorsun, ya da ne oluyorsa kanallarda duyamiyorsun. En aci durumlardan birisi bu. Kulaklarin acik bekliyorsun ama ses yok. Sessizlik de degil bahsettigim. Bir ses var. Ama duymak istedigin degil. Anlatmasi zor sanirim. 

Persembe aksamiydi Taylan'in kendi rizasiyla artik duymayi birakmaya karar verdigini duydugumda. Agir bir uzuntu ve huzun coktu uzerime. Huzun duygumu da alip, her seferinde oldugu gibi uzaga gittim. Sevdiklerim bilir kactigim yerleri. Orada duruyorum. Ancak bugun yazabilecek kadar anladim ne oldugunu. Yazmam gerektigi icin yaziyorum. Aslinda paylasmak istedigim icin degil. 

Hayatimda ilk gercekten ve cidden ogrencim oldugunu iddia edebilecegim insandir Taylan. Tanistigimzda Rock gitaristi olmak isteyen 19 yasinda genc bir adamdi. Ben de genctim Amerika'dan yeni donmustum. Butun istedigi gercekten gitarist olmakti. Nisanli veya sozluydu hatirladigim kadariyla. Buraya bir sekilde guclu bir bagi vardi yani. Annesiyle de ilgilenmesi gerekiyordu. Bir donem calistik. Amerika'ya Berklee'ye gitmek istiyordu. Bir denedi Amerika'yi orada kisa donem okudu geldi istedigi gibi olmadi diye hatirliyorum. Sonra benimle kompozisyon calismak istedigini soyledi. Muzik oyle enteresan bir alandir ki zanaat kismi icin hoca / ogrenci iliskisinin devam ettigi bir disiplindir. Dusuceyi, dusunce ve uygulama teknigini ogrenmen, uygulayabilmek icin cesaretlenmen gerekir. Cesaret icin de hemen her zaman guvendigin insanlarin goruslerini almak istersin. Taylan bana tam (iyi) anlamiyla kuyruk olmustu. Her zaman her yerden karsima cikabilir, fikir sorabilirdi. Boylesine istekli, ilgili ve caliskan bir insana arkanizi donup gitmezsiniz. Zaten karakter olarak arkanizi donebileceginiz, paylasmak istemeyeceginiz birisi degildi. Bildigim her seyi anlatmaya, paylasmaya calistigim ilk kisidir Taylan. Israrla, hic usenmeden, korkmadan ogrenmek istedi. En oncelikli onemi belki de bu benim icin. Bilgimi gercek anlamda saklamadan etmeden paylastigim ilk insan. 

Zamanla  kendisindeki yaratici taraflari kesfetmeye, arastirmaya basladikca muzik yazmaya, bestecilige merak saldi. Ama ne merak? Her seyi ogrenmek istiyordu. Okuyor, soruyor, yaziyor, ciziyor, soruyor ve soruyordu. Sonra Bilgi Universitesi'ne girmeye karar verdi ve elbette kazandi. O sirada caz teorisi agirlikli bir bolum olmamiza ragmen esas ilgisi hep daha yaratici ve yeni muziklere oldu. Tasarimla ilgileniyor, yazdigi muzikleri uzun uzun planlamayi seviyordu. Mezuniyet projesi icin de benimle calismayi secti. Onu hep dogru insanlara yonlendirmeye calistim. Tolga Tuzun ve Tolga Yayalar ile tanistirdim. Onlarla da calisti. Elektronik muzige dadandi. Surekli kendi tasarladigi planlarla calismayi seviyor oldugu icin de en sonunda oyle bir seviyeye gelmisti ki  aramizda soyle bir diyalog gecmisti : "Ama anlamadim Taylan o zaman bu su nasil olacak?". "Nasil anlamamis olabilirsiniz ya iste cok basit...." :) Bu bence bir ogretmenin ogrencisiyle gelebilecegi en harika noktadir. 

Taylan akademisyen olmak istedigini soyledi. Ona okullar baktik. Memphis'te kuzeni besteci Tolga Zafer Ozdemir okuyordu. Onu Kamran Ince ile tanistirdim. Aslinda tam olarak tuttum kolundan Kamran'in konserlerinden birine goturdum ve zorla onlari tanistirdim. Dosyasini da yanimizda hazir tuttuk. Kamran Ince ogrenci alimlarini o donem icin yaptiklaini soyledi. Ben de israr ettim Taylan'in ozel birisi oldugunu soyledim sebepleriyle. O da Taylan'la gorusmeyi kabul etti. Dosyasini yaninda goturdu Memphis'e, cok etkilenildigini soyledi bize ve sonra kabul haberi geldi. Cok sevindik. Taylan boylece Memphis'e master yapmaya gitti. Butun bu ugrasi hayatta kac kisi icin yapmak istersiniz? Bir dusunun. 

Ara ara uzun epostalar yazdik birbirimize. Bazen facebook'tan yazisiyorduk. Muziklerini dinliyor yaptiklarini takip etmeye calisiyordum ama zamanla koptuk. 2010'da Cornell'e Doktora icin full burslu olarak kabul edildigini yazdiginda bana artik hocam demekten vazgectigini bundan sonra artik benim "selen" oldugumu da yazmisti :) Bu seviyeye gelmek de cok guzeldir. Ogretmen arkadaslarim bilirler. Cornell'de de elbette basarili oldu. Cok sevilen birisi oldu. Sevilmemesi imkansiz bir insandi Taylan. Hep guler yuzlu, bir suru ailevi sorunla bogusmak zorunda kalmasina ragmen gercek bir savasciydi. Cok da yumusak bir insandi. Hayati boyunca olmak istedigi sey icin tum enerjisi ve zamanini harcayip 36 yasinda neden boyle bir sey yapmaya karar verdigini, buradan cekip gitmeye karar verdigini bilmiyoruz. Nereden bilebiliriz ki? Tek yapabilecegim onu sevmeye, saymaya devam etmek ve karari icin saygi duymak. Tum bunlari basarmaya calisirken onu anlamaya calismaktan hic vazgecmedim ama bu kararini anlamaya calismiyorum. Bunu anlayabilmek imkansiz olduguna gore oldugu gibi kabul etmeye calisiyorum. Eninde sonunda hayat devam ediyor iste. 

Taylan Cihan. 

Taylan "İnce, kibar, güzel, boylu boslu kimse (genç) ve cok yağmur yağmasına karşın işlenebilir durumda toprak" demekmis. Ben buraya geldigimden beri surekli firtina var ve yagmur yagiyor. Her yer cok guzel kokuyor. Toprak kokuyor. Kendisi ince, kibar ve cok yakisikli bir adamdi zaten. Cihan ise ne demek biliyorsunuz iste ; Gok demek. Evren demek. Dunya demek. Iste "o" demek. 

Websitesi için:
www.taylancihan.com

Müzikleri için : 
https://soundcloud.com/taylanc